2023/05/27
Sana, okuyucu, bizi hayal etmen için ihtiyacım var; eğer sen yapmazsan biz gerçekten var olmayacağız.”
 
– Vladimir Nabokov, Lolita

Bu hafta ilk romanıyla 2011 Flaherty-Dunnan İlk Roman Ödülü’nü kazanan Bonnie Nadzam’e yer vereceğiz. Öyküleri ve şiirleri daha önce çeşitli dergilerde yayınlanan Amerikalı yazar Nadzam’in şu ana dek yayınlanan tek bir romanı bulunuyor: İthaki Yayınları’nın dilimize kazandırdığı “Lamb.”

 
Henüz ikinci bir romanı yayınlanmamış –ki ben de Nadzam’in sırada nasıl bir şey sunacağını deli gibi merak ediyorum. Bir yazarın ilk romanından fazlasıyla etkilenip adını ve kitabını bütün bir köşeye taşımamın birden fazla nedeni mevcut. Kitap, başlı başına taşıdığı önemin dışında yayıncılık ve tercüme alanlarında da farklı önemlere sahip. Hepsi için adım adım ilerleyelim.
 
lambKitap temel olarak ellili yaşlarında, narsist ve çıkarcı bir erkek olan David Lamb’in evliliğinin dağılmasını ve babasının ölümünü takiben geçirdiği haftalarda Tommie adında on bir yaşındaki bir kız çocuğunu rızası dâhilinde kaçırdığı, toplamda yaklaşık iki haftayı konu ediniyor. Ellili yaşlarındaki bir adamla bir kız çocuğunun arasındaki yakınlaşma, romanın sonuna kadar içinize hem karanlık hem aydınlık akıtıyor. Her sayfada bocalamanıza yol açıyor. “Bunda ne yanlışlık var ki?” ve “Bunda doğru olmayan bir şeyler var,” şeklindeki iki cümle size sürekli musallat oluyor. Bütün tutkularına ulaşmak için manipülasyonlarını olabildiğince etkileşimlerine saçmakta sakınca görmeyen, aslen kendi isteklerinin peşindeyken amaçlarına giydirdiği iyilik maskesinden ödün vermeyen Lamb’in aynı zamanda bu ikiyüzlü tutumunda sürekli olarak altta yatan bir dürüstlük ve tek bir yüz fışkırıyor. Tıpkı küçük bir kızı kandırmak için başvurduğu manipülasyonlarında olduğu gibi genç sevgilisi Linnie üzerinde de aynı yönlendirmeleri kullanması, kişisel sisinin büyümesi adına yaş sınırını da ortadan kaldırıyor. Roman boyunca Lamb’in güvenilirliğine ve kullandığı yüzlerin oluşturduğu itkilere karşı okurda oluşan bocalama, aynı zamanda bu manipülasyonların karakterlerle sınırlı kalmayıp okura kadar taştığını gösteriyor. Bu anlamda roman, genel toplumsal kanıları alaşağı ediyor. Apati tuzağından uzaklaştırmaya çalıştığı Tommie gibi Lamb, okuru da empatiye var gücüyle zorluyor. Kolayca verilen yargıların içerisinde ne kadar fazla detayın yattığını gösteriyor ve yargılamanın hiç de zannedildiği kadar kolay olamayacağını gözler önüne seriyor. Üstelik bunun için didaktik hiçbir şablona ve kurgu çatısına gerek duymuyor. Anlatıda izahlardan özenle kaçınıyor. Lamb’in çocukluğuna ve gençliğine kısaca değindiği kısımda okurun yargılamak ve anlamlandırmak için sıklaşan nefesi de hevesi gibi kursağında kalıyor. Öyküye katkı sağlamayacak yan karakterleri nedensizce genişletmiyor ve günümüzde çoğu yazarın hastalık gibi saplandığı üzere, yan karakterleri belirli katmanlar için işaret fişeğine indirgemiyor. Karakter olarak Lamb, yönlendirmeleri için öykülerini sıklıkla kullanıyor ve bundan zevk aldığı her halinden belli oluyor. Aynı şekilde Nadzam’in de roman boyunca okuru bir sağa bir sola sallamasına şaşmamalı.
 

Nabokov’un Lolita’sı, Fowles’un Koleksiyoncu’su

lolita

Bu sallantıların arasında okurun aklına ister istemez daha önce okuduğu bazı eserler de gelecektir. Nabokov’un Lolita’sı gelecektir örneğin. Lolita anımsaması eleştirmenler için harika bir tuzak ve bu tuzağa şimdiden pek çoğu düşmüş görünüyor. Gerçek şu ki Lamb, Humbert olmadığı gibi; Tommie de Lolita değildir. Humbert’ın öze balıklamasına dalan ruh halinden Lamb de eser yoktur. Lamb kırılıp çözülmesi daha zor ve okura daha uzak, mesafeli bir karakterdir. Altında yatan arzusunu maskelemek ve belki de derinlere gömmek için kullandığı, Tommie’ye yardımcı olma ve kendi hayatında ıskaladığı her şeye karşı onu hazırlama rolünde inandırıcı ve gerçekçi bir yan vardır. Her yönlendirmesinde güzel bir şeyleri de kavrayıp su yüzüne çıkarır. Tommie ise Lolita’nın aksine daha çocuktur. İkinci ve üçüncü planlarla fazla ilgilenmez, umurunda olmaz ve geç keşfeder. Lolita’nın Humbert’ı kendi özüne yolculuğa çıkarmak üzere kurgulanmış ekleme ve fazlalıklarından da eser yoktur.
(Biliyorum şimdi ne kadar üç-beş klasik romanı okuyup edebiyatı, kurguyu çözdüğünü sanan aydın(!) varsa bana Nabokov’un kurgusunu savunan e-postalar atacak ama söylemeden de edemedim.)

collector koleksiyoncu

Aynı şekilde romanın tutsaklığı andıran yapısı, zaman zaman John Fowles’un Koleksiyoncu romanını da akla getiriyor. Ancak Lamb’de, Frederick Clegg’in psikanalize bir hayli gönderme içeren karakter yapısı bulunmuyor. Konunun ve dikkat çeken temaların üstüne fazlasıyla çıkacak bir karakter, romanın tamamına zararlı olabileceğinden Lamb’in yoğun şekilde psikolojik tırmalamalara gerek duymayan, bu nedenle de Clegg’e oranla hafif kalan gömlek ağırlığı olumlu bir karakter yaratımı olarak görünüyor. Dolayısı ile asıl öykü, bazı durumlarda belirgin eşit manzaraları resmetse de farklı ışığı ve farklı açıyı kullanıyor.
 

Gerçek ve kolay arasında

Romanın doğaya ve güzelliklerine açılan yönü ise romanın kurgusuna birden fazla katman ve duyumsama kazandırıyor. İnsanın doğayla yeniden yaklaşmasına yönelik çıkarılabilecek ayrımsamalar okurun Lamb’in yalınlığına olan yatkınlığının da altını çiziyor. Okura duyumsatılan şehrin kolaylığı karşısında doğanın gerçekliği ve güzelliği de tıpkı David Lamb’in manipülasyonları gibi, “gerçek,” “kolay,” “kolay-yargı/önyargı” ve “yalın/saf/öz” arasında kalmışlığı “fiziksel” kılıyor. Kitabın son çeyreği ise rahatsızlık ve huzursuzluk duygularını doruğa çıkarıyor. Nadzam’in belli ki oluşturmak istediği kalıcı etkiyi sağlamakta önemli rol oynuyor. Romanın kurgusal olarak başka ne şekillerde bitebileceğini uzun süre düşündüm. Aklıma gelen hiçbir son, Nadzam’in sonu kadar gerçek ve kalıcı değildi. Zor soruları ele alan herhangi bir romanın, oluşturulması en zor yanının kalıcı ve okumanın ardından okurla yolculuk eden bir son olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
bonnie nadzam
 
İthaki Yayınları‘nın dilimize kazandırdığı “Lamb” öncelikle harika bir keşif. Üzerinden yıllar geçse dahi okunacak, muazzam bir klasik adayını, orijinal dilinde yayınlanmasından bir yıl sonra, güncel şekilde okura sunabilmek büyük başarı. Daha da önemlisi bunu, okumaya doyulamayacak bir tercüme ile gerçekleştirmiş olmaları. Özlem Yüksel’in tercümesi, bir kitabın nasıl tercüme edilmesi gerektiğine dair ders niteliğinde donelerle dolu. Dil yakınsamalarından hiç kaçınmayarak, soluksuz okunabilir, çeviri kokmayan bir tercüme sunduğu gibi “yakınsama” adı altında, kitabın total diline ve anlatımına zarar vermekten de ustaca kaçınmış. Kitabı bir seferde okuyup bitirmenize olanak sağlayan, “ben bu işi yıllardır yapıyorum,” diye bağıran bir denge kurmuş. Gösterdiği bu özen için kendisine teşekkür edelim.
Haftaya görüşmek dileğiyle, kitaptan bir alıntıyla vedalaşalım.
 
“Sakın benimle gördüklerini unutma. Seni bu kurtaracak. Granit şehrin kül renkli binaları arasında bir elma ağacı olacaksın.”
 
 
(Lamb, Bonnie Nadzam, İthaki Yayınları, 2012)
 
 
mustafa.salih.kurt@gmail.com

Yorum Yapmasam Olmaz :)