
“Sana, okuyucu, bizi hayal etmen için ihtiyacım var; eğer sen yapmazsan biz gerçekten var olmayacağız.”– Vladimir Nabokov, Lolita
Bu hafta ilk romanıyla 2011 Flaherty-Dunnan İlk Roman Ödülü’nü kazanan Bonnie Nadzam’e yer vereceğiz. Öyküleri ve şiirleri daha önce çeşitli dergilerde yayınlanan Amerikalı yazar Nadzam’in şu ana dek yayınlanan tek bir romanı bulunuyor: İthaki Yayınları’nın dilimize kazandırdığı “Lamb.”
Henüz ikinci bir romanı yayınlanmamış –ki ben de Nadzam’in sırada nasıl bir şey sunacağını deli gibi merak ediyorum. Bir yazarın ilk romanından fazlasıyla etkilenip adını ve kitabını bütün bir köşeye taşımamın birden fazla nedeni mevcut. Kitap, başlı başına taşıdığı önemin dışında yayıncılık ve tercüme alanlarında da farklı önemlere sahip. Hepsi için adım adım ilerleyelim.

Nabokov’un Lolita’sı, Fowles’un Koleksiyoncu’su
Bu sallantıların arasında okurun aklına ister istemez daha önce okuduğu bazı eserler de gelecektir. Nabokov’un Lolita’sı gelecektir örneğin. Lolita anımsaması eleştirmenler için harika bir tuzak ve bu tuzağa şimdiden pek çoğu düşmüş görünüyor. Gerçek şu ki Lamb, Humbert olmadığı gibi; Tommie de Lolita değildir. Humbert’ın öze balıklamasına dalan ruh halinden Lamb de eser yoktur. Lamb kırılıp çözülmesi daha zor ve okura daha uzak, mesafeli bir karakterdir. Altında yatan arzusunu maskelemek ve belki de derinlere gömmek için kullandığı, Tommie’ye yardımcı olma ve kendi hayatında ıskaladığı her şeye karşı onu hazırlama rolünde inandırıcı ve gerçekçi bir yan vardır. Her yönlendirmesinde güzel bir şeyleri de kavrayıp su yüzüne çıkarır. Tommie ise Lolita’nın aksine daha çocuktur. İkinci ve üçüncü planlarla fazla ilgilenmez, umurunda olmaz ve geç keşfeder. Lolita’nın Humbert’ı kendi özüne yolculuğa çıkarmak üzere kurgulanmış ekleme ve fazlalıklarından da eser yoktur.
(Biliyorum şimdi ne kadar üç-beş klasik romanı okuyup edebiyatı, kurguyu çözdüğünü sanan aydın(!) varsa bana Nabokov’un kurgusunu savunan e-postalar atacak ama söylemeden de edemedim.)
Aynı şekilde romanın tutsaklığı andıran yapısı, zaman zaman John Fowles’un Koleksiyoncu romanını da akla getiriyor. Ancak Lamb’de, Frederick Clegg’in psikanalize bir hayli gönderme içeren karakter yapısı bulunmuyor. Konunun ve dikkat çeken temaların üstüne fazlasıyla çıkacak bir karakter, romanın tamamına zararlı olabileceğinden Lamb’in yoğun şekilde psikolojik tırmalamalara gerek duymayan, bu nedenle de Clegg’e oranla hafif kalan gömlek ağırlığı olumlu bir karakter yaratımı olarak görünüyor. Dolayısı ile asıl öykü, bazı durumlarda belirgin eşit manzaraları resmetse de farklı ışığı ve farklı açıyı kullanıyor.
Gerçek ve kolay arasında
Romanın doğaya ve güzelliklerine açılan yönü ise romanın kurgusuna birden fazla katman ve duyumsama kazandırıyor. İnsanın doğayla yeniden yaklaşmasına yönelik çıkarılabilecek ayrımsamalar okurun Lamb’in yalınlığına olan yatkınlığının da altını çiziyor. Okura duyumsatılan şehrin kolaylığı karşısında doğanın gerçekliği ve güzelliği de tıpkı David Lamb’in manipülasyonları gibi, “gerçek,” “kolay,” “kolay-yargı/önyargı” ve “yalın/saf/öz” arasında kalmışlığı “fiziksel” kılıyor. Kitabın son çeyreği ise rahatsızlık ve huzursuzluk duygularını doruğa çıkarıyor. Nadzam’in belli ki oluşturmak istediği kalıcı etkiyi sağlamakta önemli rol oynuyor. Romanın kurgusal olarak başka ne şekillerde bitebileceğini uzun süre düşündüm. Aklıma gelen hiçbir son, Nadzam’in sonu kadar gerçek ve kalıcı değildi. Zor soruları ele alan herhangi bir romanın, oluşturulması en zor yanının kalıcı ve okumanın ardından okurla yolculuk eden bir son olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
İthaki Yayınları‘nın dilimize kazandırdığı “Lamb” öncelikle harika bir keşif. Üzerinden yıllar geçse dahi okunacak, muazzam bir klasik adayını, orijinal dilinde yayınlanmasından bir yıl sonra, güncel şekilde okura sunabilmek büyük başarı. Daha da önemlisi bunu, okumaya doyulamayacak bir tercüme ile gerçekleştirmiş olmaları. Özlem Yüksel’in tercümesi, bir kitabın nasıl tercüme edilmesi gerektiğine dair ders niteliğinde donelerle dolu. Dil yakınsamalarından hiç kaçınmayarak, soluksuz okunabilir, çeviri kokmayan bir tercüme sunduğu gibi “yakınsama” adı altında, kitabın total diline ve anlatımına zarar vermekten de ustaca kaçınmış. Kitabı bir seferde okuyup bitirmenize olanak sağlayan, “ben bu işi yıllardır yapıyorum,” diye bağıran bir denge kurmuş. Gösterdiği bu özen için kendisine teşekkür edelim.
Haftaya görüşmek dileğiyle, kitaptan bir alıntıyla vedalaşalım.
“Sakın benimle gördüklerini unutma. Seni bu kurtaracak. Granit şehrin kül renkli binaları arasında bir elma ağacı olacaksın.”
(Lamb, Bonnie Nadzam, İthaki Yayınları, 2012)
mustafa.salih.kurt@gmail.com