
“Onu tekrar okumaya başlamak üzereyim, çünkü sadece bir kez okumak isteyeceğiniz bir öykü neye yarar ki?”
– Bill Willingham
Konu Türkiye’de çizgi-romanın durumunu anlatmaya geldiğinde her zaman içim burkuluyor. Bu duruma ilişkin görüşlerime, Haziran ayındaki (bkz. Aydınlık Gazetesi internet sitesi, Kitap Eki arşivi) “Çizgilere ne oldu?” başlıklı yazımda bir nebze de olsa değinmiştim. O nedenle sorunlara, çözümlere, bu yazıda fazla değinmeyeceğim. Bu teşrih için, bütün sorunları bu sayı için kusursuz şekilde dile getiren Marmara Çizgi’den İlke Keskin’in görüşlerine bir kez daha bakmanızı öneriyorum. Ek olarak, belki de nezaketten bir türlü dile getirilemeyen, tıpkı bilim-kurgu, fantastik-kurgu ve alternatif-kurgu eserlerinin de karşılaştığı gibi, çizgi-romanın da (çizgi-romanda bu vurdumduymazlık had safhalara ulaşıyor), yerli kitap eklerinde, kitap mecmualarında hak ettiği yeterli yeri bulamamasıdır. Çırpınış halinde çizgi-romanları zaman zaman tanıtmama rağmen, içinde yüzlerce türü, akımı barındırdığı için, çizgi-romanın çeşitli yönlerini tanımayan herkese çizgi-romanı kapsamlı olarak bu sayfalardan anlatabilmek de imkânsız bir görevdir.
Çizgi-romanın neden okunduğu veya neden okunması gerektiğine dair bir yazı kaleme alacak olsanız, işlenen türlerin ve konuların derinlemesine çokluğundan, üstelik bunların çizgi-romanların dönemlere ayrılan kavramlarının da işin içine dâhil olmasıyla çözülemeyecek bir bulmacaya kavuşacaksınız. O halde tıpkı kitap okumaya insanları özendirmek için yapılan ve detayların içerisinde boğulan bütün çalışmaların anlamsızlığının benzerine düşmemek için, yayınlanan eserlerden örneklerle bir şeyleri yavaş yavaş açıklamaya çalışmak en güzelidir. Bu nedenle bu hafta, bana “bazen bir çizgi-roman gelir ve çizgi-romanı neden sevdiğinizi daha iyi anlarsınız,” dedirten bir çizgi-romanı inceleyeceğiz. Marmara Çizgi tarafından dilimize kazandırılan Jason Lutes’un Berlin üçlemesinden bahsedeceğiz. Üçleme toplam 24 bölümden oluşuyor ve her kitap sekiz bölümü içeriyor. Öykü devam etmekte olduğundan ve 24 bölüm henüz tamamlanmadığından şu an sadece 2 kitabı (Taş Şehir – 1. Kitap ve Duman Şehir – 2. Kitap) raflarda bulunuyor. 1998 yılında başlayan ve yayıncı değişikliğinin ardından günümüzde de devam eden serinin dilimize tercümesini Seda Niğbolu ve Emre Yavuz üstlenmiş. 1967 doğumlu Amerikalı çizgi-romancı Jason Lutes’un Berlin dışında henüz dilimize kazandırılmamış Jar of Fools ve Houdini: The Handcuff King isimli iki serisi daha bulunuyor. Öyküleri ana olarak tarihi-kurgu yapılarını barındırıyor.

Bu eşsiz örneklerin, işlenen ana konular pek çok sanat dalında ele alınabilecek olmasına rağmen, öyküyü anlatım ve sunum formu düşünüldüğünde, sadece çizgilerin anlatacağı ve imgeleyebileceği şeyleri (bkz. örtüşme, donukluk, hayattaki hareket, düzlem, total ve düşey bakma, çok seslilik, tekilleştirme vb.) ele aldıklarını görürüz. Berlin’de suratınıza çarpan detaylarının başında da bu gelir. 1920’lerin sonundan 1930’ların başlangıcına kadar süren kurgusunda, Nazi Partisi yönetimi ele geçirip tamamen değiştirmeden önceki Almanya’nın Weimar Cumhuriyeti (Weimarer Republik) döneminde Berlin’i fon alır. Giderek kararan geleceklerinin içerisindeki Alman halkının, çatışmalarını, ümitlerini, çırpınışlarını, sanışlarını, kaçışlarını, kısaca insan hayatına ve işleyişine dair yönlerini ele alır. Kurgusunda pek çok karakterin izini sürer, bunların arasında Marksist bir gazeteci, büyük bir şehre göç eden bir güzel sanatlar öğrencisi, bir gece kulübü şarkıcısı, politikayla dağılmış bir aile, bir polis, bir Yahudi serseri, yüksek sosyete, bir eşcinsel ve hem faşist hem de komünist kanattan bir dolu siyasi radikal bulunur. Berlin üzerindeki çatışma, buluşma, endişe ve ümitler, karakterlerin iç-içe geçen örgüsü ile kaplıdır. Her temas rahatlıkla ayrı ayrı incelenebilir ve sonucunda taştan, gittikçe yabancılaşan, sorunları büyüyen bir şehre dönüşür.
Berlin kimi zaman korkutucu, gözleri hata yapmanızı bekleyen bir karanlıklar silsilesiyken, bir yandan çatlaklarından çiçeklerin de yetiştiği yarı çirkinlikler yarı güzellikler şehrine bürünür. Oluşturulan bu siluet, karakterlerinin gölgesinde de varlığını sürdürür. Öykünün işleyişinde dikkat çeken unsurlardan bir diğeri, Lutes’un kurgusunun dar açıdan geniş bir açıya, son derece bireysel ve kişisel olandan genel olana nasıl aniden geçebildiğidir. Elbette konusu totalde insan olan bir öyküde bu geçişlerin kurgu hileleriyle ve alt metinlerle rahatlıkla başarılabilecek olduğunu biliyoruz. Fakat aradaki kurgu işleyiş süresini göz önüne alırsanız, bu geçişin ve bireyden genele yayılışın, aynı şekilde metafor kullanımının hiçbir romanda bu zamanlama basamağıyla başarılamayacağını görürüz. Burada kurgunun sadece metinden değil, çizgilerin, harflerin bittiği yerde devreye girip nasıl ustalıkla yerleştirilerek bütünleştirici rol aldığını gözlemleriz. Örneklemek gerekirse, tamamı siyah beyaz yaratılan Berlin’i okurken küçük bir ahmaklık anı kahkahaya, gülümseme hali kahkahaya bireysel katılıma, ısrar eden gülümseme tanışmaya, tanışma bir anda kendine acımaya, ardından çemberin dışında kalmaya ve toplumsal yalnızlığa sadece bir sayfanın içinde dönüşebilir.
Comic Book Resources’ın yaptığı röportajda Jason Lutes, hikâyesinin fonunu ve planını oluşturma aşaması, tarihi ve mekâna ait gerçekler üzerine araştırmaları için özetle şunları anlatır: “Daha önce Weimar dönemi ve Almanya hakkında bilgim hiç yoktu. Amerikan liselerinde eğitim aldım ve gördüğüm tarih dersleri berbattı. 2. Dünya savaşı hakkında aldığım derste, öğretmenin ilk yaptığı bir video kaseti koymak oldu. Karşılaştığım ilk görüntü buldozerlerin bir çukura cesetleri yığmasıydı. Daha sonra sanat okuluna gittiğimde bütün bunların ne anlama geldiğini düşünmeye ve araştırmaya başladım. Weimar dönemi Nazilerin yükselişinin gölgesinde kalıyordu. Alman halkına yönlendirilen düşmanlık ve şeytani ağırlığa karşın Alman halkının o dönemdeki insani boyutuna karşı bir farklı görüş sunmak istedim. Birilerine parmağını doğrulttuğunuz ve suçladığınız sürece, küçük şekilde de olsa onlarla aynı şekilde davrandığınızın farkına varmazsınız. Detaylar üzerinde oldukça araştırmam oldu, zaman içerisinde bazı düzeltmelere gittim. Kitabım Almanya’da yayınlanacağı zaman Almanya’daki yayıncı bu detayları titizlikle inceledi, bir tren istasyonun adının tamamen yanlış olduğunu fark etti. Almanya versiyonu için o kısmı yeniden düzelterek çizip yolladım. İlk yedi bölümü yapıncaya kadar Almanya’ya gitmedim. Daha sonra Berlin’i ziyaret ettiğimde, çalışmamın işe yaradığını ve şehrin ruhunu yakalayabildiğimi fark ettim. Edindiğim en büyük duygusal reaksiyon tam bir ‘alçakgönüllülük’. Bunu tam olarak yakalayıp yansıtmamın hiçbir yolu yok.”
Berlin üçlemesinin 1. ve 2. kitapları, Taş Şehir ve Duman Şehir, çizgi-romanda tarihi kurguyu, çoklu karakter yapısını ve elbette işlediği tarihi ve insani konuları keşfetmeniz için sizleri bekliyor. Önümüzdeki hafta görüşmek dileğiyle…
(Jason Lutes, Berlin – 1. Kitap Taş Şehir, Berlin 2. Kitap Duman Şehir, Marmara Çizgi, Çev: Seda Niğbolu ve Emre Yavuz, 2 cilt toplam 417 sf.)
M. Salih KURT
mustafa.salih.kurt@gmail.com