2024/03/28
Trenin vahşi ıslıkları, ayak seslerinin cılız mırıltısını boğuyordu. Gecenin bucaksız karanlığında, kapı aralığından sızan ışık gibi parlıyordu ay. İnsanlar yürüyordu göğün altında. Sefil, aç ve işsiz insanlar.
1893-amerika-buhrani
1893 Amerika mali buhranının hemen ertesiydi. Ülke genelinde sekiz bin işyeri iflas etmiş, sürüyle insan işinden olmuş ve hayati önem arz edenler dışında bütün iş sahaları kapanmıştı. Coxey adında biri, işsizleri örgütleyerek Washington üzerine bir gösteri yürüyüşü düzenlemişti. Başkentte toplanmış olan Kongreden, beş milyon dolarlık bir banka kredisi sağlanması istenecek, bu parayla bir yandan ülkenin yolları yapılırken, bir yandan da işsizlere istihdam yaratılmış olunacaktı. Talepleri reddedilecek olan umutlu kalabalığın içinde biri vardı ki; diğerlerine hiç benzemiyordu. Zehirli sarışınlığını rüzgarın gözüne sokan, henüz on sekizinde gözü pek bir delikanlı… Jack London! Nam-ı diğer; serseriler kralı!
                                              Coxey
İşsizler Ordusunun yürüyüş tertibi, aynı zamanda Sanayi Devriminin giderek tesirini hissettirdiği döneme tesadüf eder. Devrim ile birlikte bilhassa Birleşik Amerika’da, işçileri yalnızca makinelerin birer devamı olarak gören anlayış, pratik hayatta işçilerin; günde ortalama 14-15 saat, hatta bazı zamanlarda 18 saat çalışmaları şeklinde cereyan etmekteydi. Bilimsel yönetim teknikleri ile makineden farksız görülen insandan daha çok verimliliğin sağlanabilmesi için bazı denemeler yapılıyordu. 19. yüzyılın sonlarında, bu deneylerin en maruf ismi ise
Frederick Taylor
Frederick Taylor olacaktı. Bethlehem Çelik Şirketi’nde çalışmaya başlayan bilimsel yönetici Taylor, işçilerden birini seçti ve ona takma isim olarak Schmidt adını verdi. İşçiyi yakından izlemeye alan Taylor, kısa sürede; günde 12,5 ton demir külçesi yükleyen işçinin bu ağırlığı 47 tona kadar artırdığını kanıtlamış oldu. İnsanın metalaştığı, üzerine deneyler yapılan bir kobaya dönüştüğü çağda, Jack London’un serseriliği ne bir avarelik, ne de bir serkeşlik olabilirdi. Bu olsa olsa okumaya meraklı, serüvenci gencin bir başkaldırısıydı!
Jack London
Türkçe’ye Yol adıyla çevrilen kitabında Jack London, kestirmeden bunu söyleyecektir. 5 yaşında çalışmaya başlayan, 9 yaşından itibaren ağır beden işçiliği yaparak ailesinin geçimini sağlayan, cebinde kaç cent olursa olsun bunu olduğu gibi annesine teslim eden genç adam, bunca ezaya karşın aç kalıyorsa; bir kez olsun serserilik yapsa da bundan kötü olamazdı. Anton Çehov o veciz sözünde, “ Hayat sizi yeterince güldürmüyorsa, espriyi anlamamışsınızdır” demişti. Genç London, espriyi anlamış ve aynı espriyle hayata mukabele ediyordu.
Gel gelelim, yola düşüşün yegane sebebi bu değildi. Serseriler kralının ruhunu dalgalandıran serüven tutkusu, yine onu anaforuna çekmişti. Henüz bir yıl önce, 17 yaşındayken; fok avına çıkan üç direkli bir uskunaya tayfa yazılıp, Japonya açıklarına avlanmaya giden de o değil miydi? Sonraları bu soluksuz yolculuk, kaleminden çıkan lirik bir metinle hikayeleşecekti. İnsan ömrü için ortalama bir hayattan, onlarca roman çıkaran yazarlar vardır. Jack London’sa 40 yıllık yaşamından, hem onlarca roman çıkarmış; hem de bu yaşama onlarca roman sığdırmış bir yazardır. Hatta bizatihi bir roman karakteri! Şu sözler, yazarın kendi ağzından dökülecektir: “ …Ouida’nın Signa’sını okuyun. Ben onu 8 yaşımda okudum. Öykü şöyle başlar; sadece küçük bir delikanlıydı. Küçük delikanlı, İtalyan bir dağ köylüsüdür. Bütün İtalya’da tanınan bir sanatçı haline gelir. Bunu okuduğumda, yoksul bir California çiftliğindeki küçük bir köylüydüm. Okuduğum öykü, dar ufkumu genişletti. Cüret ettiğim taktirde dünyadaki her şey mümkün olacaktı. Cüret ettim! “
Ouida-signaLondon’ın içinde yaşadığı yıllar, Alman iktisatçı ve düşünür Max Weber’in “ Protestan Ahlak “ kavramının önce kıta Avrupasını, sonra tüm düşün alemini sarstığı yıllardı. Bu teoriye göre, burjuva ile kol kola giren kilise, Katoliklerin dünya hayatını ikinci plana atan, kendilerini yalnızca ibadete veren, münzevi yaşama biçimlerinin aksine; çalışmanın da ibadet sayılabileceği, bu sayede en çok çalışanın cenneti hak edeceği savını zihinlere yayıyordu. Bu, kapitalizmin bir nevi meşruiyetini ilanıydı! London, 1907 yılında kaleme aldığı “ Demir Ökçe “ kitabında, kapitalizmi demirden bir ökçeye benzeterek, onu halkı ve işçi sınıfını ezmekle itham ediyordu. İlk gençlik yıllarındaki her şeye razı bireyciliğinden kurtulup; ufkuna engin okyanus suyundan bulaştıran bir sosyaliste dönüşmüştü! Demir Ökçe’de yarattığı Ernst karakteri, yazarın dehasını gözler önüne koyan; 100 yıl sonrası öngörerek bugünlere ışık tutan bir karakterdir. Ernst, halkı sömürerek semiren kapitalizmin, bu şişkinliğini sanatı fonlayarak attığını, bu sayede hem halka şirin gözüktüğünü hem de kendi aleyhine olabilecek aydın zümresini avucunda tuttuğunu söylemektedir. Manidar!
London, Martin Eden isimli kendi otobiyografisi kabul edilen muazzam eserinde ise, bir başka ahlaktan söz etmektedir. Burjuva ahlakı! Toplumsal kurallar üzerine konuşup duran, sahte nezaketleri gösterişten ibaret olan, bakımlı ve hoş hanımların temelde maddeci ve bencil olan davranışlarından dem vuruyordu. Hatta bunu “ kral çıplak “ dercesine haykırıyordu. Sevdiği kadın Mabel, romandaki ismiyle Ruth da, burjuva ahlakı içinde yetişmiş genç bir kızdı. 16 Ocak 1899’da Posta İdaresinin memuriyetliğine kabul edilen London, bunu kabul etmiş olsa; tasvip edilen hayatı yaşayabilecek, balolarda boy gösterebilecek ve hepsinden önemlisi aristokrat bir aileden olan sevgilisi ile izdivacına bir engel kalmayacaktı. Ama o ideallerinin kan kokan yolundan asla dönemezdi! Büyük bir yazar olmalıydı. Kapitalizmin ezdiği kenar mahallerinin, gürültülü sesi olan bir yazar!
Irving Stone   –  Van Gogh    –    Freud    –   Michelangelo    –     Darwin

Irving Stone, Van Gogh, Freud, Michelangelo ve Darwin gibi başka önemli isimlerin hayatını da biyografik bir roman şeklinde yazarak ün kazanmış bir yazardır. Van Gogh’un hayatını yazdığı eseri, sinemaya da uyarlanan Stone, Türk edebiyatında biyografik roman alanındaki bakirlik düşünüldüğünde, kanaatimce daha da önem kazanacaktır.

dolu-dizgin-bir-denizci-jack-london
Stone’nun, “ Doludizgin Bir Denizci – Jack London “ adıyla dilimize çevrilen ve Destek Yayınevinden çıkan kitabı, böylesine tumturaklı ve serüven dolu bir hayatı; okuyucunun belleğine çok akıcı bir üslup ve dille sunuyor. 364 sayfalık eser, kolaylıkla okunabilecek nitelikte…
Ancak sıkı Jack London okuyucusunun kulağına kaçırılması gereken kar suyu şu: London’un hayatını anlatan bu biyografik roman, ne denli okunaklı olursa olsun; asla bir Jack London romanının lezzetini taşımıyor!
Dağhan Dönmez 
Daghan_donmez@mynet.com

1 thought on “ÇILGIN HAYATIN ÇILGIN YOLCUSU

  1. Jack London;

    Babasını hiçbir zaman tanıyamamıştı; mezarı bile yoktu. Annesi yapayalnız bir kadındı. Hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekti.çocukluğu yoksulluk veyorgunluk içinde geçti. Kaldırımlarda ve yük trenleri üzerinde uyudu…..

    Ve sonrasında müthiş bir başarı öyküsü… Teşekkürler Dağhan Bey.

Yorum Yapmasam Olmaz :)