
Philip K. Dick, Charles Dickens, Jack Kerouac, Virginia Woolf, Sylvia Plath, Edgar Allen Poe, Franz Kafka… Yazdıklarıyla bizi etkileyen bu ünlü yazarların ortak bir özelliği var: Delilik ve dahilik arasındaki o ince çizgiden geçmeleri.
İşte psikolojik rahatsızlıkları olan yazarlardan bazıları:
1-Richard Brautigan
Beat akımının öncüsü olarak tüm dünyayı sarsan kitapların yazarı Richard Brautigan, babasının kim olduğunu bilmiyordu. Babası ise, Brautigan’ın ölüm haberi duyulana kadar onun babası olduğunun farkında değildi.
Zor bir çocukluk geçiren Brautigan 20’li yaşlarında, bir polis karakolunun penceresine taş attığı için Oregon Eyalet Hastanesi’ne gönderildi. Burada kendisine paranoyak-şizofren teşhisi kondu ve şok terapisi uygulandı.
70’lerin sonlarında büyük ölçüde okur kaybına uğradı ve ruhsal bir bunalımla birlikte alkol dozunu artırmaya başladı. 1984 yılında küçük bir balıkçı köyü olan Bolinas’a yerleşerek evine kapandı, uyuyamıyor ve sınırsızca içiyordu. Dostlarıyla “ava çıkıyorum” diye vedalaştıktan üç hafta sonra 25 Ekim 1985 günü Brautigan’ın Bolinas, Kaliforniya’daki evine giren arkadaşları, bedenini 1 şişe alkol ve 44 kalibrelik bir tabancanın yanında buldular. Brautigan’ın intihar ettiği düşünülüyor.
2- Truman Capote
Bir döneme damgasını vurmuş bir yazardır Truman Capote. Yazarlığa ve alkole çok erken yaşlarda başlayan Capote, eşcinsel yönelimi nedeniyle çok sayıda skandala karıştı.
Tüm çocukluğunu annesinin otel odalarında, insanlarla cinsel birliktelik yaşamasını dinleyerek geçiren yazar, o dönemlerde tüm gece ağlar ve annesinin üzerine kilitlediği kapı önünde uykuya dalardı.
Capote tüm yaşamı boyunca sevgiye muhtaç kaldı ve kendini daima yalnızdı hissetti. İşte bu zamanları ve duygularını edebiyatın kurgusu içinde öykülerine ve romanlarının temel ve yan karakterlerine yansıttı. Yaşamının son dönemlerinde alkole ve uyuşturucuya fazlaca bağımlı kalan Capote 1984 yılında öldü.
3- Philip K. Dick
18 yaşında annesinin yanından ayrılarak , sanatçıların ve eşcinsellerin birlikte yaadığı bir eve taşınan yazar, ilk defa uyuşturucu ile burada tanıştı.
Philip K. Dick’nin yaşamının pek parlak olduğu söylenemez. Philip’in ikiz kardeşi Jane, daha çok küçükken ölmüştü. İki yıl sonra dul ve alımlı komşusu Anne’e ile aşk yaşayınca eşi Kleo’dan boşanıp onunla evlendi. Bir süre sonra Anne’in eski kocasını öldürdüğü ve kendisini de aynı sonun beklediği paranoyasına kapıldı. Bu çılgınlığa son vermek amacıyla 1962’de tek başına bir kulübeye taşındı. Daha sonraki yıllar, ilaçlar ve depresyonlarla geçti. Bu sırada gittikçe artan sinir krizlerine ve paranoyasına dayanamayan dördüncü karısı Nancy de onu terk etti. Bu aynı zamanda Dick’in hayatının en karanlık döneminin başlangıcı oldu. Evini uyuşturucu bağımlıları ile paylaşmaya başladı, kendisi de tükettiği uyuşturucu miktarını ciddi boyutlara çıkardı. 1973 yılına kadar geçen kısır dönemde birkaç başarısız intihar girişiminde bulundu.
Yaşamının son dönemlerinde akli melekelerini iyice kaybetti. Hatta FBI’a ünlü Polonyalı bilimkurgu yazarı Stanislaw Lem’in gerçek bir insan olmayıp, Amerikan bilimkurgusuna zarar vermek amacıyla oluşturulmuş bir komünist örgütün kod adı olduğunu belirten bir ihbar mektubu yolladı.
Yazarın paranoyası bunlarla sınırlı değildi. Dick ayrıca yaşamının bir kısmını 1. yy Roma’sında, diğer kısmını da 20. yy California’sında geçirdiğini iddia etti.
4- Charles Dickens
Memur bir babanın oğlu olarak 1812 yılında doğan Dickens’ın ilk yılları refah içinde geçse de babasının borçları yüzünden hapse girmesiyle sefaletle tanıştı. Henüz 11 yaşında iken bir boya fabrikasında çalışmak zorunda kaldı. Bu zor yaşam koşulları nedeniyle uzun süre manik depresyon yaşadı.
5- Allen Ginsberg
1926 yılında Newark, New Jersey’de, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ginsberg’in annesi Naomi Livergant Ginsberg uzun tedaviler sonucu teşhis edilemeyen bir psikolojik buhranın içinde yaşamını idam ettiriyordu. Allen’ın annesinin bu garip buhranında, çoğunlukla paranoyaklık belirtileri görülmekteydi. Örneğin; dönemin devlet başkanının, evlerine gizlice dinleme cihazları yerleştirdiğini düşünüp, bir miting sırasında devlet başkanını katletmeye kalkıştı.
Beat kuşağı yazarlarından Allen Ginsberg’de annesi ile aynı kaderi paylaşarak uzun yıllar manik depresyon yaşadı.
6- Franz Kafka
Kafka’nın tüm yaşamı boyunca klinik depresyon ve sosyal anksiyeteden muzdarip olduğu kabul ediliyor. Babasıyla ciddi iletişim sorunları yaşayan Kafka, ayrıca migren, uykusuzluk, kabızlık, çıban ve diğer hastalıklardan dolayı acı çekiyordu. Yaşadığı tüm bu hastalıklar yazarda aşırı strese yol açıyordu.
7- Jack Kerouac
Kendi değimiyle “tuhaf, yalnız, çılgın, Katolik, mistik” bir yazar olan Kerouac, 1943’te de Deniz Kuvvetleri’ne katıldı, fakat şizoid bir kişiliği olduğu gerekçesiyle ordudan uzaklaştırıldı. 1944’de arkadaşı Lucien Carr’ın işlediği bir cinayete Burroughs’la birlikte adı karışınca tutuklandılar.
Aşırı ölçüde alkol kullanan Jack Kerouac, 47 yaşında ‘tek aşık olduğum kadın’ dediği annesinin yanında, sirozdan kaynaklanan şiddetli bir iç kanama geçirerek öldü.
8- Sylvia Plath
İlk şiiri 8 yaşında yayımlanan Plath, hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla boğuştu. 1950 yılında bursla girdiği Smith College’deki ikinci yılında ilk intihar girişimini gerçekleştirdi ve bir akıl hastanesine yatırıldı.
Sayısız intihar girişiminde bulunan Plath için1962-1963 kışı çok zor geçti. 11 Şubat 1963’te, ikinci kattaki odalarında uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra, odalarının kapısını da içeri gaz girmeyeceğinden emin olmak üzere bantlayarak kapattı ve kafasını fırının içine sokarak intihar etti.
9- Edgar Allan Poe
Gotik edebiyatın öcülerinden Poe’nin çok sevdiği karısı Virginia genç yaşta öldü. Yine en bağlı olduğu kadınlardan annesinin ve üvey annesinin ölümü, yazarın ruhsal dengesini altüst etti. Alkol ve esrar bağımlısı olan Poe, uzun süren tedavi edilmemiş depresyon nedeniyle ağır ruhsal bunalım yaşadı.
10- Virginia Woolf
“Perde Arası” romanını yazdığı sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmeyen Virginia Woolf, yeteneğini kaybettiğini düşünüyordu. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalıma giren yazar, 28 Mart 1941’de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan Ouse nehrine ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etti.
Virginia Woolf’un kocası Leonard Woolf’a yazdığı intihar mektubu, yazarın ruhsal durumuna ilişkin ipuçları taşıyor:
Leonard Woolf’a, 18 Mart 1941
“Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. O korkunç zamanları tekrar atlatamayacağımızı hissediyorum. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum.”