
Vücut dilimiz bir yana, günlük hayatımızda kullandığımız kelimelerle iletişim kurarız. Kelimeler, dünyayla aramızdaki köprülerdir bir bakıma. Yapılan bir araştırmaya göre, günde ortalama 400 kelime ile konuşuyoruz. Kuşkusuz bunların önemli bir kısmını, kültürümüzün yapı taşları olan ve belki de bu sebepten, yabancı dillere birebir çevrilemeyen atasözü ve deyimlerimiz oluşturuyor.
Derdimizi, dileğimizi anlatırken ihtiyaç duyduğumuz ve bazen anlatmak istediğimizi en yalın biçimde dile getiren bu söz dizilerinin anlamlarının zaman içerisinde nasıl oluştuğunu ve hikayelerini hiç merak ettiniz mi?
Örneğin ‘ Bel Bağlamak ‘ deyimi , bugün daha ziyade olumsuz anlamıyla, birisine güvenmek, bir işe ümit bağlamak manasında kullanılıyor da olsa aslında çok daha farklı, mistik bir hikayesi var. Bektaşilik geleneğinden gelen bel bağlama adetine, Tiğ- bent de denilmekte.. Bir kişi tarikata girince beline bir kuşak bağlanmakta ve bu kuşak, o kişinin artık o yola girdiğini, yasaklarıyla birlikte her şeyi kabul ettiğini ve bu yolda tarikatın emirlerini de yerine getireceğini ifade etmekteymiş ve bu husus kuşak kuşatma merasiminde kişinin kendisine telkin olunurmuş.
Bir başka hikayede ise, belli bir bölgenin zikredildiği atasözünün kahramanları tarih derslerinden aşina olduğumuz isimler.. Sık kullandığımız atasözümüz ‘ Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu‘, Karaman ilimizde yaşayan halkın karakter özelliklerini kastediyor gibi görünse de hikayesi oldukça ilginç. Bu atasözümüzün Karamanoğulları ile ilgili olduğu tahmin edilmekte ve hakkında çeşitli rivayetler bulunmakta. Bunlardan ilki, II. Murat ile Karamanoğlu Mehmet Bey arasında ateşkes ve sulh anlaşmasıyla ilgili olduğu yönünde.. Buna göre Karamanoğlu Mehmet Bey, II.Murat’a anlaşmaya sadık kalacağına and içerek :
– Bu can bu tende bulunduğu müddetçe, soyumdan bir daha size muhalefet olunmayacaktır.
Demiştir.
Ancak bu sözün üzerinden çok geçmeden iki devlet arasında yine savaş çıkmıştır. Rivayet o ki, Karamanoğlu Mehmet Bey, yemin ederken göğsünün cebinde bir güvercin saklamış ve yemin ettikten sonra bu güvercini uçurarak yeminin artık hükmü kalmadığını söylemiştir.
Bir diğer rivayete konu hikaye ise yine Karamanoğlu Mehmet Bey ile şair Karamanlı Nizami arasında geçiyor. Buna göre, Karamanlı Nizami’nin, meclisinde huzuruna gelerek okuduğu şiirden çok etkilenen Karamanoğlu Mehmet Bey, şaire ‘ falanca köylerden mahsulatı bağışladığını’ söyler. Ertesi gün fermanı almak üzere huzura çıkan şairi, kötü bir sürpriz beklemektedir. Karamanoğlu Mehmet Bey verdiği sözü hatırlamamaktadır. Şimdi, hikayesiyle birlikte değerlendirildiğinde, ‘ Karaman’ın sonra çıkan oyunu ‘ daha bir anlam kazanıyor.
Yine ‘ Bulgurlu’ya gelin gitmek ‘ deyimi de, Bulgurlu’dan yani İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan yerleşim bölgesinden gelmektedir. Acele bir işin mi var, ‘ Bulgurlu’ya gelin mi gideceksin ?’ anlamında kullanılan deyimin hikayesi bir zamanların eşsiz güzellikteki yeri olan Bulgurlu’ların gelinlerini el üstünde tutmalarından geliyor. Buna göre, kaynanalarının kendi kızı gibi davrandığı, Osmanlı zamanında müstesna güzellikte çiftlikleri bulunan bu köye gelin gitmek adeta bir nimetmiş ve genç kızlar gelin olmak için can atarlarmış. Haluk Dursun’un anlatımıyla, nişanı takılmış bir kızın gelin olmak için acele etmesi tabii karşılanırmış ve bu sebepten acelesi olanlara yönelik söylenen bu deyim manasını gelin kızların nişan bozulmadan bir an evvel gelin olmak istemesinden alırmış.
İskender Pala’nın bu gibi hikayeleri anlattığı, aynı adlı kitabı ‘ İki dirhem bir çekirdek ‘ deyiminin hikayesi de oldukça ilginç. Giyimine özen gösteren, şık insanlar hakkında hakkında kullanılan bu deyim, ağırlık ölçüsü olan okkanın kullanıldığı eski zamanlardan kalmakta imiş. Yazarın anlatımıyla; ‘ .. bir okka, bugünkü ölçülerle 1283 gram tutar. Okkanın dört yüzde birine, dirhem adı verilir.’ Dirhem, daha ziyade hassas teraziler için kullanılan bir ölçüdür. Ancak sarraflar, dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar. Buna çekirdek denir ki toplam, 5 santigram karşılığıdır.
Eski devirlerin en kıymetli parası olan bir Osmanlı altını, toplam iki dirhem ve bir çekirdek ağırlığa sahiptir. Bu durumda süslenmiş kimselere, iki dirhem bir çekirdek yakıştırmasında bulunanlar, mecaz yoluyla onlara altın demiş olurlar.. ‘
Elbette her atasözü ve deyimin hikayesine ulaşmak imkansız. Ancak atasözü ve deyimlerimizin ihtiva ettiği anlamlar, geçmişten bugüne, gerçekliği yaşandıkça doğrulanan benzersiz bir yaşam külliyatına benziyor.
Bir şu vardı ” azimle sıçan mermeri (duvarı) delermiş” diye bildiğimiz ama aslında o deyimin şöyle olduğu gerçeği “azimli sıçan (yani fare) mermeri delermiş” 😀 bende yeni öğrendim geçen gün Baaddin’in karikatüründen
Merhaba Confession,
Evet, ne yazık ki doğru diye yanlışını bildiğimiz birçok atasözü ve deyim var. Başka bir yazı konusu olabilir.
Doğru bildiğimiz ama yanlış olan bir atasözü daha:
“Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz”
Öncelikle Milli Savunma Bakanlığı’nın sözünü ileteyim size:
“Atasözünde geçen “ana”, bağdat’taki ane yarının kulaktan kulağa geçerek devşirilmiş halidir. aynı şekilde “yar” de, (ane uçurumu) “ana” olarak algılandığı için sevdicek sanılmıştır. Aksi yöndeki iddialar, talihsiz açıklamalar kurumumuzu zedelemekmilli birlik ve beraberliğimize leke sürmek yönündedir.”
Nedir peki atasözünün doğrusu?
“Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz.”
Ane Bağdat yakınlarındaki bir uçurumdur.