2023/09/18
Son iki yüzyılda uluslararası sistemi en sarsan gelişme I. Dünya Savaşı’dır. Savaşın tarafları, onu farklı şekillerde meşrulaştırmaya girişmişlerdir. Almanya bu savaşı kendi açısından bir “topyekûn savaş” ve ulusal bir varoluş çabası olarak anlamlandırırken, İngiltere ve ABD, aynı savaşı bir “haklı savaş” sloganıyla dünyanın “iyileri ve kötüleri” arasındaki çatışma olarak tanımlamıştır. Gülboy’a göre bu iki tanım da taraflı ve meşruiyet kazanma amaçlıdır. Gülboy, tarafgirlikten kurtulabilmek için Clausewitz’inmutlak savaş” kavramına başvurmayı önerir.
 

Clausewitz’in savaş distopyası

Clausewitz’e göre savaş, bir devletin, bir başka devleti, kendi siyaseti çerçevesinde davranmaya razı etme mücadelesidir. Eğer savaş siyasetin aracı olmaktan kurtulup da, karşı tarafı ne pahasına olursa olsun yok etme pratiğine dönüşürse ortaya “mutlak savaş” adı verilen bir ideal durum çıkacaktır. Böylesi bir durumda, şiddet başlı başına bir amaç haline gelmektedir. Hedef, karşı tarafa kendi siyasetini kabul ettirmek değil, karşı tarafı tamamıyla yok etmektir.
 

Gülboy’un modeli

Gülboy’un savı, I. Dünya Savaşı’nın “gerçek savaş”olmaktan çıkarak, “mutlak savaş”a dönüşmüş olduğudur. Gülboy, I. Dünya Savaşı’nın “mutlak savaş” olduğuna ilişkin geliştirdiği modelini sınamak için kökenlere dönmüş ve 19. yüzyılın uluslararası gelişmelerini Yapısalcı ve Neo-realist kuramlar aracılığıyla makro ve mikro analizlerle incelemiştir. Makro analizde değişen savaş olgusunun Avrupa devletleri arasındaki ilişkilere etkisi, mikro analizde ise İngiltere ve Almanya arasında inşa olan düşmanlık algısının Avrupa sistemine olan etkileri incelenmiştir. Analiz sonuçları, I. Dünya Savaşı’nın “mutlak savaş” olduğunu kuramsal ve tarihsel açılardan desteklemektedir.

Büyük güçlerin icadı

Avrupa’da 1815 Viyana Kongresi’nin ardından İngiltere, Rusya, Avusturya, Prusya ve Fransa kendilerini Büyük Güçler olarak tanımlamışlardır. Bu devletler, kendilerini yüz yıl boyunca Avrupa’nın diğer devletlerinden nitelik ve nicelik olarak ayırmış ve dışlayıcı bir hiyerarşi inşa etmişlerdir. Büyük güçlerin hangi ölçütlere göre ve kimler tarafından belirlendiği sorusu ise kısır bir döngü yaratmaktadır zira büyük güç sayılabilmek ancak diğer büyük güçler tarafından bir büyük güç olarak tanınmakla mümkündür. Dolayısıyla bu grup dışa kapalıdır ve statükocudur. Herhangi bir büyük gücün mevcut statükoyu bozmaya girişen bir hareketlenmesinin olması durumunda diğer büyük güçler bir araya gelerek söz konusu duruma karşı tavır koymakta ve bu tavır da diplomatik tepkiden savaşa uzanan bir yelpaze oluşturmaktadır. Bununla birlikte büyük güçler, savaşları minimize ederek, sorunları diplomasi aracılığıyla çözme siyasetini 19. yüz-yılın geneline hakim kılmayı başarmışlardır. Diplomasinin üstün geldiği 1815-1914 arası yüz yıllık döneme Avrupa Uyumu denilmektedir.

Avrupa Uyumu’nun inşası

Gülboy’a göre, bu beş devletin, statükonun sürmesinde ortak çıkarları olduğundan, bu yapıyı sağlamlaştıracak bileşenleri inşa etmek durumunda kalarak, kendi aralarındaki sorunları diplomatik görüşmeler yoluyla çözmek ve diğer devletleri kontrol etmek için Kongre Sistemi’ni oluşturmuşlardır. Yüz yıllık süre içerisinde Kırım, İtalyan Birlik ve Alman Birlik Savaşları gibi büyük güçlerin karşı karşıya geldikleri durumlar ortaya çıksa da, bu savaşlar sırasında tarafların birbirleriyle olan diplomatik ilişkileri hep açık kalmıştır. Savaşlar, siyasetin bir uzantısı olarak ve siyasete dahil bir mekanizma olarak tutulmuştur. Yani diplomasinin savaşlara baskın çıktığı bir Uyum inşası gerçekleştirilmiştir.

İngiltere ve Almanya’nın ‘düşmanlaşması’

Donanması sayesinde küresel güç olan İngiltere, diğer Avrupalı aktörleri kıtada sınırlamaya çalışmakta ve donanma geliştirmeleri durumunda kendi donanmasını genişletmektedir. Fransa ve Rusya’nın ataklarını “İki Güç Standardı” ile aşmayı başaran İngiltere, Almanya’nın “risk kuramı” karşısında donanmasını yalnızca genişletmekle çözüm yaratamayarak, teknolojik atılım yapmak zorunda kalmış ve Dreadnought adlı yeni bir ölümcül gemi üretmiştir. Almanya’nın da bu teknolojik gelişmeye karşılık vermesi üzerine bu yarış bir siyaset olmaktan çıkmış ve çok geçmeden İngiltere ve Almanya arasındaki yarış rasyonel temellerden ve rasyonel siyaset izleğinden ayrılarak, tarafların iç siyasetlerinde konsolidasyon sağlayan birer irrasyonel dış düşman yaratma aracına dönüşmüştür.
 

Avrupa Uyumu’nun krizi: ‘Saldırı Kültü’

Askeri teknolojideki değişim, saldırıyı savunmaya avantajlı kılmıştır. Bu da devletlerin uyum siyasetinden çatışma siyasetine meyletmelerine yol açmış, savaşın daha olası bir sorun çözüm yöntemi olarak görülmesini sağlamıştır. Saldırının savunmadan güçlü bir konuma geçmesi, ilk saldırana avantaj sağlamaktadır. Böylece devletler hem daha yayılmacı amaçlara yönelmişler, hem de daha güvensiz bir savunma durumuna düşmüşlerdir. Bu durum kıtayı güvenlik açısından istikrarsızlaştırmıştır. Bir çatışmada saldırıyı başlatanın üstünlük sağlayacağı görüşü, “önleyici savaş”a başvurma olasılığını arttırmıştır. Bundaki motivasyon, bir devletin, potansiyel rakip olarak gördüğü bir başka devleti kendisin-den güçlü hale gelmeden etkisizleştirmektir. Böylece büyük güçler statükonun korunmasından çok, statükonun bozulmasına meyletmişlerdir.

Savaşın mutlaklığı

19. yüzyılın savaş teknolojisiyle bir başka devleti tamamıyla yok etmek mümkün değilken, 20. yüzyılda bu durum değişmiştir ve dolayısıyla savaşların içerikleride dönüşüme uğramıştır. Savaş, siyasetin bir aracı olmaktan çıkarak, Clausewitz’in “mutlak savaş” distopyasında olduğu gibi bir kendinde varlığa dönüşmüş ve karşı tarafı ne pahasına olursa olsun yok etme çabası haline gelmiştir.

Alana katkı yapan ilk Türkçe çalışma

Gülboy’un kitabı siyasi tarih izleğinden kurtulup kuramsal bir çerçeve oluşturmayı başaran ve alana katkı yapan ilk Türkçe çalışmadır. Gülboy kuramsal anlamda genel kabul gören Anglo-Sakson geleneği sorgulamaya açmış ve alternatif yorumları tartışmıştır. Bu anlamda “Mutlak Savaş”, bir kuramsal uluslararası ilişkiler çalışması olduğu kadar, bir tarih yazımı eleştirisi özelliğini de taşımaktadır.
 
(Mutlak Savaş, Burak Gülboy, Uluslararası İlişkiler Kütüphanesi, 188 s.)
 
 
 
(Bu yazının orjinali 2015 yılında Aydınlık Gazetesi kitap ekinde yayımlanmıştır.)

Yorum Yapmasam Olmaz :)