
‘Batık bir gemiymiş aşk limanında,
Kader bu deyip de avutma beni.
AyrıIık kapımızı çaIdı sonunda.
Senden son dileğim unutma beni.’
diye seslenir Attila İlhan sevgiliye dizelerde.. Çoğumuzun kader diyerek katlandığı ayrılıkları yüreğinin acısıyla, batık bir gemi olarak betimler. Hiç kuşkusuz tarihteki büyük aşkların hemen hepsinin sonunda olan ayrılık belki de aşkı ‘ büyük’ yapan şeydir. Bir aşkın nesiller sonra da hatırlanabilmesi, hafızalarda yer etmesini sağlayan şeydir, kavuşamamaktır belki de, ayrılık ve hasrettir..
Bir hikaye düşünelim, hayatın renklerinin, birlikteliğin, yaşam telaşının ve gündelik hayatın sıradanlıklarının paylaşılamadığı, mesafelere rağmen aşk tohumlarının yeşerdiği bir hikaye.. Aşkı, kavuşamamak olduğunu kanıtlarcasına yaşanan gerçek bir aşk hikayesi.. Kahramanlarından biri, eserleri hala güncelliğini koruyan, severek okuduğumuz ancak çoğumuzun, yaşamına dair bilgi sahibi olmadığı bir yazar.. Modern dünya edebiyatının en özgün yazarlarından biri olarak kabul edilen Franz Kafka ile çağının özgürlükçü ortamında daha yaşanılır bir dünya için mücadele eden Çek asıllı yazar ve çevirmen Milena Jesenska..
Milena ile Franz Kafka 1919 sonbaharında Prag’da tanışırlar. Praglı aristokrat bir ailenin kızı olan Milena’nın Kafka ile tanıştıklarında yaşamında oldukça çalkantılı bir dönemden geçmekteydi. Çok genç yaşta Yahudi bir Alman’a aşık olması ve babasının şiddetle karşı çıkmasına rağmen tutkusundan vazgeçmemesi belki de kaderin, Naziler tarafından götürüldüğü toplama kampında gördüğü ağır işkenceler yüzünden ölen Milena’ya yaşatacaklarının bir provasıydı. Babası tarafından kapatıldığı sinir kliniği ona hayatının en kötü dönemlerini yaşatmakla kalmamış, aldatılmış bir kadın psikolojisiyle adeta dibe vurmasına neden olmuştu. Evli olduğu Ernst Polak ile kötü olduğu bu dönemlerde Milena ile Franz, Kafka’nın orijinali Almanca olan öykülerini Çekçe’ye çevirmesi hususundaki görüşmelerde tanışmışlardı. Masum ve dostça başlayan mektuplaşmaları gitgide birbirlerine duydukları arzu ve özlemle artar Ancak ne yazık ki aralarında hep mesafeler vardır.
Yaklaşık iki yıl süren bu mektuplaşmalar tutkularının kanıtları haline gelir ve dünya edebiyatının klasikleri arasına girecek olan eserin oluşumunu sağlar. Birbirlerine duydukları aşkları her zaman yüreklerinin en derinlerinde, zihinsel bir yolculuk halinde yaşarlar, hiç kavuşamazlar. Öyle ki Kafka, ‘ koca denizin dibindeki minik taşı sever gibi sevdiği’ Milena’ya duyduğu aşkı, dönem dönem geçirdiği ve bir kere geldi mi gitmek bilmeyen ağır öksürük nöbetlerinin sorumlusu olarak görür ve bir süre sonra da ondan ayrılır. Ayrılırken Milena’ya ‘ artık gelme’ der, ‘gelmeme’ nin anlamı yazmamaktır oysa. Hayatı yazıyla paylaşmaktır oysa onların yaşadığı, mektuplarla filizlenen işte bu aşktır.
Eserleri günümüze, yakın dostu Max Brod’un, vasiyetini yerine getirmemesi sayesinde günümüze Franz Kafka, kuşkusuz Milena’dan da bu mektupları yakmasını dilemiştir. Çok sevmiştir Kafka Milena’yı.. Ve yine Kafka’nın dileğini yerine getirmeyen biri sayesinde bu mektuplar, asla kavuşamayan, yanyana bile sınırlı olarak gelebilen bu iki insanın bir zamanlar birbirlerin duyduğu, arzu, tutku ve aşkı bugüne ulaştırmıştır: Milena..
Yok edilmesini istediği tüm eserlerinde, hayatının en büyük aşkına yazdığı mektuplardaki bu satırların etkisi vardır belki de:
‘ Mektup yazmak hayaletlerin önünde soyunmak demektir, ki onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten. Yazıya dökülen öpücükler yerlerine ulaşmaz, hayaletler yolda içip bitirir onları.. ’
Edebiyatta Kırılma Noktası “Dönüşüm”#FranzKafka #Dönüşüm #Kitap @yazc_damla ‘nın yazısıhttps://t.co/uEojdvn2LT pic.twitter.com/2DAERRrWKs
— Eskimeyen Kitaplar (@EskimeyenKitap) 3 Ocak 2018