2024/03/29

Hepimizin az çok malumu, insanlar ile arabalar arasında farklı bir ilişki mevzu bahistir. Başka hiçbir meta ile kolay kolay böyle bir ilişki kuramamıştır insanoğlu. Bir kısım insan önündeki arabaya dimdik arabaya baktığında markasını bile söyleyemezken, geri kalanlarımız derin bir ilişki içindedir arabalarla.  Arabalar, sahibinin karakterini yansıtır. İçindekinin karakterini yansıtmaktan öte, arabaların kendi kişilikleri, farklı karakter özellikleri vardır. Kendi gözlerinizle görebilirsiniz.Herbie-Lindsay Lohan2

Arabalarda tıpkı insanlar gibi dışa vururlar kendilerini. İfadeleri vardır.  Düpedüz insan ifadeleridir bunlar. Metal ve plastik bileşimi makinalar ile aramızdaki duygusal ilişkiyi, yaklaşık 250 yıl mazisi olan fikrin bizleri ne kadar etkilediğini, onlarda kendimizi görerek, araba ile bütünleşerek anlatırız.

cars2

bir çok alanda örneklerini görmek mümkün. Sinemalarda veletlerin aklını, ebeveynlerin paralarını alan Cars serisinden çok önce,  1968’de, Aşk Böceği yani Herbie vardı. Sanırım bu temanın başarısız olma olasılığı yok,  ilk filmden sonra devam filmlerinin geldiğini ve 2005’te yeni nesiller için Lindsay Lohan’ın başrolde olduğu güncellemesi bile yapıldı. Gözden kaçırdıkları şey, yukarıda da belirttiğim gibi, yeni nesiller için Cars var.

En popüler ve  göz önündeki örnekleriyle ortada olan bu ilginç manevi ilişki her zaman dikkatimi çekmiştir. Yaşadığım birşey olmasının yanı sıra başka hiçbir “şey” ile kurulamayan/ kuramadığım bu ilişki beni deyimi yerindeyse büyüler.

Yeni Fiat 500 reklamı

fiat-yeni-reklami

Araba-ifade ilişkisinin daha ileriside var elbette. Bu seviyede arabanın dış görünümü ile eşleştirilen ifadeden çok daha fazlası var. Araba modelinin  yansıttığı karakteri, kendine has özellikleri (veya yine insanlardan örnek alırsak, kendilerine has tek düzelikleri.) ve detayları ile insanın izdüşümü oldukları durum. Güçlü bir duygudur bu. Konusu araba olan forumlara ve sitelere şöyle bir göz atın. Mesela  Porsche Carrera’nın o dolgun arka kısmından, güzel bir kadından söz edermişcesine, bahsedenleri hemen görebilirsiniz.  (Söz buraya gelmişken, J.G. Ballard’ın adını anmadan geçmek olmaz.)

porsche-carrera-epic-booty

Filmler, reklamlar ve diğer farklı örnekler.  Fakat en etkili ve belki de ilklerinden biri, edebiyat alanında. Latin Amerika edebiyatının önemli isimlilerinden Julio Cortazar’ın öyküsü  “Güney Otoyolu”.   Yazar hakkında belirtilecek elbette çok şey var. Latin edebiyatının okunmazsa olmazı Cortazar, özellikle olağan ile olağanüstünü  birbirinin içine yedirip, okuyanı hikayeleri ile şaşırtan biri. Çocukluğunda sık sık hastalanıp yatağa düştüğünden dolayı, zamanının büyük kısmını Jules Verne okuyarak geçirmiş. Edgar Allen Poe’yu çok seviyor. Olağanüstü ile bu kadar haşır neşir olmasına şaşırmamak lazım. Akıldan geçen düşünce akışını olduğu gibi yansıtarak oluşturduğu öyküleri ile haklı bir yer edinmiş, birçok filmin (29 adet) ilham kaynağı ve yazarı olmuş. Dünya’nın başına bela olmuş politika ve siyaset yüzünden 1951 yılında yerleştiği Fransa’da hayatını geçirmiş ve en ünlü eserlerini  burada yazmış. Güney Otoyolu’da Paris’e dönüş yolunda geçiyor.

Bir Pazar akşamı Güney Otoyolu’yla Paris’e geri dönme aptallığında bulunan insanların sıkışıp kaldığı (iki yönde altı sıra) trafikte geçirdikleri esaret saatlerine tanık oluyoruz. Söz konusu trafik sıkışıklığının anlatıcıyı içinde bıraktığı ruh hali ile öyküdeki insanları arabaları ile benimsiyoruz.  Bir bakışta herkesi tanıyoruz:  Peugeot 203 – Mutlu aile, Volkswagen – Yeni evliler, Caravelle – Soluk benizli, mutsuz adam, biraz geride bir Porsche bile var; Karaborsacılar. Umutlar ve aküler tükenmeye başladığında, planlar yapılıyor. Peugeot, Renault ile yemeğini paylaşıyor. Soğuyan hava dolayısı ile kalın kıyafetler paylaşılıyor. Hatta Reanult Floride’dekiler  bavulları ile sırra kadem bastığında anlaşıldığında sıranın aksamaması için o arabaya için içlerinden birine görev veriyorlar. Bir süre birbirleriyle etkileşime geçen farklı karakterlerle yaşamaya başlıyoruz. Öyle ki zamanın izini kaybediyoruz.  Mahsur kalınan süre tam olarak belli değil. Sanki bir doğal afet olmuş gibi bir durum söz konusu oluyor. Ama trafikteyiz. Öyle ki Peugeot 404, Renault  Dauphine ile bir gelecek hayal etmeye bile başlıyor. Aksilik bu ya! Tam o sırada trafik açılıyor.

Yolda gitmek için düşünülmüş makina ormanın ortasında hapsolma duygusu, İstanbul’da yaşayanlar için oldukça tanıdık. Saatlerce kıpırdamayan trafikte, o dar alanda bir süre sonra başka bir boyutta düşünmeye başlanır. Ne kadar yüksek olursa olsun, bazen müziğin sesini bile duyulmaz olur. O zamanlar Güney Otoyolu akla getirilerek kafayı biraz olsun dağıtmak mümkün.  Gerçi minibüslerle ilgili düşüncelerin pek iç açıcı olacağını sanmıyorum ama her hikayede kötü bir adam, ters bir tip bulunmalıdır öyle değil mi?

Her akşam yaşanan sıradan durumun, biraz detaycılık ve hayal gücü ile nasıl etkili bir hale geldiğini görmek için ve Julio Cortazar evrenine girmek için Güney Otoyolu biçilmiş kaftan.

Araya şunu sıkıştırmadan duramayacağım. Jean Luc Godard, Fransız sineması dendiğinde ismi telaffuz edildiğinde bazı insanların, araba farı karşısında donup kalan tavşan gibi kaldığı, yönetmende Güney Otoyolu’undan esinlenip Weekend  adlı filmi çekmiş. Küçük bir uyarı: Esinlenme, bir hayli geniş bir kavram ve söz konusu yönetmen Jean Luc Godard.

Bu arada, öğle vakti oturduğumuz masadan, gece vakti dükkanı kapatarak kalkmamıza sebep olan,  Güney Otoyolu’u temalı  muhabbetin sonucunda, masanın ortak fikri  neticesiyle, ben bir VOLVO  480’im.

volvo-480

(Güney Otoyolu-Julio Cortazar-Gendaş Kültür Sanat Yayınları-Sf: 45)

Cem TOPUZ

4400th@gmail.com

10 thoughts on “SİZ HANGİ ARABASINIZ?

Yorum Yapmasam Olmaz :)