2023/12/06

Yazar olmak isteyen genç bir adam idolü Ernest Hemingway ile tanışmak için 1934 yılı baharında Florida’ya otostop çekerek yola koyuldu.

Bu kişi daha 22 yaşında maceracı bir genç olan Arnold Samuelson’du. Norveçli göçmen bir ailenin çocuğu olarak Kuzey Dakota’da bir çim evinde doğmuştu. Minnesota Üniversitesi’nde gazetecilik bölümünü tamamladı, ancak diplomasını almak için 5 dolarlık ücreti ödemeyi reddetti. Üniversiteden sonra ülkeyi baştan aşağı gezmek için kemanını sırt çantasına koydu ve California’ya doğru yola çıktı. Sunday Minneapolis Tribune gazetesine, yaptığı seyahatlerle ilgili birkaç hikaye de sattı.

Samuelson, 1934’ün Nisan ayında, Hemingway’in Cosmopolitan’da yazdığı “Tek Yolculuk” adlı öyküsünü okuduğunda Minnesota’ya geri dönmüştü. Bu kısa öykü daha sonra Hemingway’in dördüncü romanı olan “Ya Hep Ya Hiç“in bir parçası olacaktı. Samuelson, hikayeden o kadar etkilenmişti ki Hemingway ile tanışmak ve ondan tavsiye almak için 2.000 mil yolculuk etmeye karar verdi. Samuelson bu yolculuk fikri hakkında daha sonra şöyle yazacaktı:

“Yapılması aptalca bir şey gibi görünüyordu, ama Büyük Buhran sırasında yirmi iki yaşındaki bir serseri, yaptığı şey için fazla bir nedene sahip olmak zorunda değildi.”

Ve böylece, çoğu serserinin kuzeye seyahat ettiği yılın bu zamanında, Samuelson güneye yönelmişti. Önce Florida’ya otostop çekti ve ardından anakaradan Key West’e gitmek için bir yük trenine atladı. Samuelson vagonun içinden dışarıya baktığında altındaki demiryolu raylarını göremiyordu. Tren anakaradan çıktıktan sonra kilometrelerce suyun üzerinden geçti. Samuelson,

“Tren adacıklar arasındaki uzun köprülerin üzerinden güneye doğru yöneldi ve nihayet okyanusun üzerinden çıktı”

diye yazıyor.

“Şimdi aynı hisleri yaşamıyorum  – o hisler kayboldu – ama o zaman, neredeyse her şey bir rüya gibiydi.”

Samuelson, Key West’e vardığında, orada zamanın özellikle zor geçtiğini keşfetti. Puro fabrikalarının çoğu kapanmıştı ve balıkçılık yetersizdi. O gece sırt çantasını yastık olarak kullanarak rıhtımında bir kaç saat uyudu. Okyanus esintisi sivrisinekleri uzak tutmuştu ama bir süre sonra bir polis onu uyandırdı ve onu şehir hapishanesinde uyumaya davet etti. Samuelson,

“Her gece tutuklandım ve her sabah şehirden çıkış yolunu bulup bulamayacağımı görmek için salıverildim”

diyor.

Sivrisinek istilasına uğramış hapishanede geçirdiği ilk geceden sonra, kasabanın en ünlü sakini olan Ernest Hemingway’i aramaya çıktı.

Ernest Hemingway’in Key West’teki evinin ön kapısını çaldığımda dışarı çıktı ve önümde dik dik, kızgınlıkla gözlerini kısarak konuşmamı bekledi. Söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Hazırladığım konuşmanın tek bir kelimesini hatırlayamadım. O, uzun boylu, dar kalçalı, geniş omuzlu iri bir adamdı ve ayakları iki yana açılmış, kolları yanlarında asılı duruyordu. Vurmaya hazır bir dövüşçünün içgüdüsel duruşuyla, – ağırlığıyla – ayak parmaklarında hafifçe öne doğru çömeldi.

“Ne istiyorsun?” dedi Hemingway. Samuelson, bir anlık bir afallamadan sonra, Minneapolis’ten sırf onu görmek için geldiğini söyledi.

“Cosmopolitan’da” Bir Yolculuk “hikayenizi okudum. O kadar beğendim ki seninle konuşmak için geldim. “

Hemingway rahatlamış gibiydi.

“Neden baştan söylemedin de lafı ağzında geveleyip duruyorsun? Beni ziyaret etmek istediğini sanıyordum. “

Hemingway, Samuelson’a şuan meşgul olduğunu ancak onu ertesi öğleden sonra bir buçukta beklediğini söyledi. Böylece Samuelson Hemingway ile görüşmeyi kapmıştı.

Hapishanede geçirdiği başka bir gecenin ardından, Samuelson  Hemingway’in evine gitmişti.

Hemingway’i kuzey verandasının gölgesinde haki pantolon ve yatak odası terlikleri içinde otururken buldu. Elinde bir bardak viski ile beraber New York Times gazetesini okuyordu. İki adam konuşmaya başladı. Karşı verandada oturan Samuelson, Hemingway’in kendisini güvenli bir mesafede tuttuğunu hissedebiliyordu:

“Sen onun evindeydin ama içinde değildin. Neredeyse sokaktaki bir adamla konuşmak gibi. “

Cosmopolitan hikayesi hakkında konuşarak başladılar ve Samuelson, kurgu yazma konusundaki başarısız girişimlerinden bahsetti. Hemingway’in verecek bazı tavsiyeleri vardı.

“Yazmakla ilgili öğrendiğim en önemli şey, bir seferde asla çok fazla yazmamak,”

dedi Hemingway, parmağıyla koluma hafifçe vurarak.

“Asla kendinizi kurutmayın. Ertesi gün için biraz bırakın. Önemli olan ne zaman duracağını bilmektir. Kendinizi ilham gelene kadar beklemeyin. Hâlâ iyi gidiyorsanız ve ilginç bir yere geldiğinizde ve bundan sonra ne olacağını da tasarlamışsanız, artık durma zamanıdır. O zaman onu yalnız bırakın ve düşünmeyin; Bırakın işi bilinçaltınız yapsın. Ertesi sabah, iyi bir uyku çektikten sonra ve kendinizi zinde hissettiğinizde, önceki gün yazdıklarınızı yeniden yazın. İlginç bir yere geldiğinizde ve bundan sonra ne olacağını bildiğinizde, oradan devam edin ve başka bir önemli nokta üzerinde durun. Bu şekilde, yazmayı başardığınızda, artık tasarladığınız her bir nesne  için bir yer olacaktır. Roman bundan sonra asla takılıp kalmaz ve ilerledikçe onu ilginç hale getirirsiniz. “

Hemingway, Samuelson’a çağdaş yazarlardan uzak durmasını ve yalnızca eserleri zamana meydan okuyan ölülerle rekabet etmesini tavsiye etti.

“Onları geçtiğinizde iyi gittiğinizi anlarsınız.”

Samuelson’a hangi yazarları beğendiğini sordu. Samuelson, Robert Louis Stevenson’ın Kaçırılan Çocuk (Kidnapped) ve Henry David Thoreau’nun Ormanda Yaşam (Walden)’ını beğendiğini söyledi.

“Hiç Savaş ve Barış‘ı okudunuz mu?”

Diye sordu Hemingway. Samuelson, okumadığını söyledi.

“Bu çok iyi bir kitap. Okumalısın. Atölyeme gidip okumanız gereken bir liste çıkaracağım. “

Atölyesi evin arkasındaki garajın üstündeydi. Onu atölyesine – üç tarafı kepenkli pencerelerle çevrili, pencerelerin altından zemine kadar boydan boya uzanan kitap raflarına sahip kare bir odaya – bir merdiven çıkarak takip ettim. Bir köşede büyük bir antika bir masa ve yüksek sırtlı antika bir sandalye vardı. Hemingway köşedeki sandalyeye geçti ve masanın karşısında karşılıklı oturduk. Bir kalem buldu ve bir kağıt parçasına yazmaya başladı. Sessizlik sırasında çok rahattım. Ancak sonra onun zamanını çaldığımı fark ettim. Belki onu, komik denecek hayat deneyimlerimi anlatarak eğlendirebilmeyi düşündüm, ancak neyse ki hemen çok sıkıcı olacağını düşünüp ağzımı kapalı tuttum.  Zaten Hemingway’in vereceği her tavsiyeyi almak için oradaydım ve benim ona verecek hiçbir şeyim yoktu. 

Hemingway, iki kısa öykü ve 14 kitaptan oluşan bir liste yazdı ve bunu Samuelson’a verdi. 

Stephen Crane – Mavi Hotel (The Blue Hotel)
Stephen Crane – (The Open Boat)
Gustave Flaubert – Madam Bovary (Madame Bovary)
James Joyce’un – Dublinliler (Dubliners)
Stendhal’ın – Kızıl ile Kara (The Red and the Black)
Somerset Maugham – İnsanın Esareti (Of Human Bondage)
Leo Tolstoy’un – Anna Karenina (Anna Karenina)
Leo Tolstoy’un – Savaş ve Barış (War and Peace) 
Thomas Mann – Buddenbrooklar (Buddenbrooks) 
George Moore – (Hail and Farewell)
Fyodor Dostoyevsky – Karamazov Kardeşler (The Brothers Karamazov)
English Verse – (The Oxford Book)
E.E. Cummings – (The Enormous Room)
Emily Bronte – Uğultulu Tepeler (Wuthering Heights)
W.H. Hudson – (Far Away and Long Ago)
Henry James – Amerikalı (The American)

Hemingway rafına uzandı ve Stephen Crane’den bir hikaye derlemesini alarak Samuelson’a verdi. Kendisine ayrıca Silahlara Veda adlı romanının bir kopyasını da verdi. Hemingway kendi kitabı için

“İşini bitirince onu geri göndermeni dilerim.”

dedi.

“O baskıdan sahip olduğum tek şey o.”

Samuelson minnetle kitapları kabul etti ve o akşam okumak için hepsini hapishaneye götürdü.

“Bir gece daha orada kalmak istemedim,”

diye yazıyordu Samuelson.

Ertesi öğleden sonra Miami’ye giden ilk kargoyu yakalamak niyetiyle Silahlara Veda‘yı okumayı bitirdi. Saat 13:00’de kitapları Hemingway’in evine geri getirdi.  Ancak oraya vardığında Hemingway’in söylediklerine oldukça şaşırdı.

Hemingway,

“Seninle konuşmak istediğim bir şey var. Oturalım”

dedi düşünceli bir şekilde.

“Dün gittikten sonra, teknemde birinin uyumasına ihtiyacım olacağını düşünüyordum. Peki sen bundan sonrası için ne planlıyorsun? “

diye devam etti.

“Hiçbir planım yok. “

diye cevapladı Samuelson.

“New York’tan gelecek bir teknem var. Salı günü onunla Miami’ye gitmem gerekecek ve bu sırada teknemde birinin bulunmasına ihtiyacım olacak. Fazla bir iş olmayacak. İşi istiyorsan, yapacağın tek şey sabahları onu temiz tutmak olacak. Ayrıca yine de yazmaya zaman ayırabilirsin. “

Diye konuyu açıkladı Hemingway.

“Harika olur.”

diye yanıtladı Samuelson.

Ve böylece Hemingway’in asistanı olarak bir yıl süren bir macera başladı. Samuelson günde bir dolar karşılığında 38 metrelik kabinli kruvazör Pilar’da uyudu ve onu iyi durumda tuttu. Hemingway balığa gittiğinde veya tekneyle Küba’ya gittiğinde, Samuelson da yanında giderdi.

Samuelson burada alıntılanan ve başka anlatılanlar da dahil olmak üzere deneyimleri hakkında, dikkate değer bir anı olan With Hemingway: A Year in Key West and Cuba ‘yı kaleme aldı.

O yıl boyunca Samuelson ve Hemingway yazmak üzerine uzun uzun konuştular. Hemingway, tartışmalarının bir kaydını 1934’te “Monologue to the Maestro: A High Seas Letter” adlı makale ile Esquire’de yayınladı. 

İş ile ilgili anlaşmaya vardıklarında Hemingway, genç adamı sırt çantasını ve kemanını almak için hapishaneye götürdü. Samuelson, dünyaca ünlü yazarla birlikte eşyalarını almaya gittiğinde kazandığı zafer hissini hatırladı.

“Hapishanedeki polisler sivrisinek dolu odalarından Ernest Hemingway’in evine taşınacağımı düşünmemiş gibiydi. Dışarıda bir Ford Model A Roadster’ın beni beklediğini biliyorlardı. Artık dışarıdaydım ve bana bakıyorlardı. Hemingway’in direksiyonda beklediğini gördüler ve tek kelime etmediler. “

Derleme: Salih Gümüştaş

Kaynak: Open Culture

Yorum Yapmasam Olmaz :)