2023/11/30
“Kaybedeceğini bile bile neden
 mücadele ediyorsun dedi,
 öleceğini bile bile yaşadığını
 unutmuştu o an… Bozmadım.”
                                    
-Özdemir Asaf
“Bütün bir yaşam yaranın sağaltılmasıyla ve o yara sağalmayacaksa, bütün bir hayat bir Sysphos çabasıysa, intihara nasıl bakmalı? diye soruyorum. Doğrudur diyor şair; ‘Yaşam bir Sysphos çabasıdır; yaranın sağalmayacağını bile bile şiirlere, aşklara, maziye, yaz günlerine sığınmamızın saçmalığı! İntiharlar bile, kayboluş şiirlerinde söylediğim gibi, intihar süsü verilmiş intiharlardır ve onlar bile özlenir oldu artık!…’ Bir kitap ekinde, kendisine yöneltilen soruya bu yanıtı veren şair, Hilmi Yavuz’dan başkası değildi. Yavuz’un, hayatın hatta bizatihi şiir yazma ediminin manasızlığından dem vurup; Sisifos’a atıfta bulunduğu söylemi, akla derhal Albert Camus tarafından kaleme alınan Sisifos Söyleni(Can Yayınları) kitabını getiriyor.

sisifos-soyleni-albert-camusKitabın arka kapak yazısı, Camus’un zihin dünyasının kapısını aralıyor: “…(Mitolojide) Tanrıların, hep yeniden aşağıya yuvarlanacak olan taşı tepeye çıkarmakla cezalandırdıkları Sisifos, cezasını bilinçli olarak kabullenmiştir, tekrar yuvarlanacağını bildiği halde taşı bütün gücüyle yukarı taşır. Camus saçma kavramını işte bu noktada tanımlar. Boşuna olduğunu bildiği halde direnen insan.”

Sanatçı, yaşama ve yaratma sürecinde “anlam/anlamsızlık” ile bağını bu denli bir bakış açısıyla kurarsa; mevcut etki eserlerine de yansıyor. Bahis konusu sanatçının şair olduğu düşünülürse, dizeden evvela “anlam” kapı dışarı ediliyor veyahut anlam, yalnızca şairin kendisinin ulaşabileceği bir Kaf Dağı nahiyesinde kalıyor. Felsefesini hayatın saçmalığı üzerine bina eden “Varoluşçu” düşünce biçimi, varoluş özden önce gelir deyişini şiar edinerek, kendisinin de yaratımına katkı sağlayan, kendinden önceki sistematiği reddedip; insan benliğini, bireyselliğini kutsuyor. 160.Kilometre Yayınları tarafından çıkarılan Fahri Güllüoğlu’na ait AORT isimli şiir kitabı, bana bu genel muhasebeyi yaptıran. Varoluş özden önce gelir deyişinin esintileriyle tüylerimi ürperten ise, Güllüoğlu’nun “gövde sözden öncü dildir” mısrası…

Güllüoğlu’nun zaman zaman okuru kovalarcasına şiirinden uzaklaştıran, anlamı eksilerin altına düşüren bir metin kurgusu var. Elbette ki, akılda kalıcı, sorgulayıcı, mananın çıplak bileğini gösterip; okuru peşinden koşturacak nitelikte dizeler yok değil. ( – bu karanlık kaç vuruş sus? – sayfa,12 ) Ancak Güllüoğlu şiiri, bütünüyle ele alındığında; çağrışım gücü düşük imgelerle, dışardan cam filmiyle örülü, görülemeyen ve girilemeyen; içerden ise kendi sarmalında dönüp duralayan bir yapıya sahip… ( Bu kanıya birçok şiirde varmak mümkün ancak Jö.Fybc’gk Dmjiceğ isimli şiirde, deyim yerindeyse sayıklama hat safhaya ulaşıyor; sayfa, 40 )

aort-fahri-gulluogluŞiirimizde, Varoluşçu Edebiyatın izlerini süren; bol imgeli, anlamı olabildiğince iteleyen ve kelimeye yaslanan bilhassa İkinci Yeni ile temeli atılan akım, halihazırda çağında etkilerini kuşanıp, geçerliliğini sürdürmektedir. Bugün dahi edebiyat dergilerinde, söz konusu şiirler ana akımı oluşturur. Her bir şair değil, neredeyse her bir şiir kendi poetikasıyla gelmekte ve okurla köprüleri atmaktadır. Okur, sınıfın en arka sırasında, cam kenarında oturan öğrenci konumundan bile çıkmış; yoklamada dahi esamisi okunmayan müptezel seviyesine inmiştir.
Şairin, şiirinde kendi dil evrenini yaratması ve hatta dile yeni mecralar açma akıncılığını vazife edinmesi gerektiği konusunda fikrim sabit. Şiirde anlamın, aslan midesinde olmasını düşünenlerdenim ayrıca. Yukarıda kastettiklerimin, bu fikirlerimle çelişir bir yanı yok… Zira eleştirdiğim nokta, şiiri tamamen şairiyle sınırlı, kelime kazıcılığı boyutuna indirgemek…
Şayet bahsettiğim şairler, varoluşçuysa; kendi bireylerinden başka hangi sistematiği önemseyerek rekabete giriyor, farklı olmaya çalışıyor. Yok değillerse, niçin şiirlerinden bile önce yazma eylemlerinin temeline kendi varoluşunu koyuyor? Kanaatimce, en büyük çelişki bu noktada başlıyor. AORT kitabının arka kapağında şu metne yer verilmiş:
“Şairin, zihin işleyişini her zaman estetik kuramları belirlemez. Fahri Güllüoğlu, çocukken konjenital (doğumsal) kalp hastalığını öğrenip oyunu yarıda bırakarak şiirle tanışmış bir şair. Yeni kitabında aort sözcüğünün yukarı çıkan/yukarı çıkarmak sözlük anlamını odağa alarak Dünya’yı anlamaya çalışıyor. AORT şairin içebakışı ile dünya görüşünün kesişimi/çarpışması, yaşamsallık-ölüm çizgisinin şiirle kat edilmesi uğraşı”
K.İskender’in o sözü her zaman kulağımdadır: “Şair olmasam, katil olurdum.” Bir şairin, şiire atfettiği yaşamsallık, şiire mecbur olma, onu önceleme hali sanırım bundan güzel anlatılamaz. Fahri Güllüoğlu’nun da şiirle olan ilişkisinde buna benzer bir doku görülüyor. Fakat günümüz şiirini eleştirdiğim ve kelime kazıcılığıolarak adlandırdığım ahvalde, bundan öte bir durum var. Yaşamla kendisi arasına şiiri koyma, yaşamla şiir sayesinde temas etme hali değil; yaşamla şiir arasına kendisini koyma hali. Kendisini önceleme, kendi bireyselliğine kapanma, yüceltme hali… Yinelersek; gövdeyi sözden(şiirden) öncü kılma hali… Bu noktada Özdemir İnce’ye kulak vermek iyi olacak:
Özdemir İnce
“Şiirin anlam alanı ve anlamsal yapısına yönelmeden önce, özellikle “kapalı” şairlerin kendilerini savunmak için sık sık başvurdukları bir cümle ile kozumuzu paylaşmamız gerekiyor. “Şiir düşüncelerle değil, sözcüklerle yazılır.” Stephane Mallarme’nin, yozlaşmış klasik şiir anlayışı karşısında bir eleştiri olarak ileri sürdüğü savı içeren ve zamanla kemikleşerek bir aforizmaya, bir slogana dönüşen bu cümle tam olarak böyle değil. Mallarme, “Ce n’est pas des idees que I’on fait des vers, c’est avec des mots” der; yani, dizelerin düşüncelerle değil sözcüklerle kurulduğunu söyler. Dize sözcüğü her ne kadar şiir kavramını içerse de bu cümlede dize ile şiir kavramları eşanlamlı kullanılmamıştır. Ama nedense, anlamı bunca açık cümle, yalnızca Türkiye’de değil birçok ülkede, şiir düşüncelerle değil, sözcüklerle yazılıra dönüşmüştür. Saptırma bu düzeyde kalsa ne iyi, ama sözcükler düşünceyi içermezler, dolayısıyla şiirin düşünceyle ilgisi yoktur gibi bir saçmalığa ulaşıldığı da görülür. Şiirin ne olduğunu, böyle yorumlanmış bir cümleye göre kavramaya kalkarsak, “saçma”ya bile varabiliriz; tıpkı dadacılar, letristler ve bazı İkinci Yeniciler gibi.” (Tabula Rasa, İmge Kitabevi, sayfa:64)
Yine “saçma” kavramı gelip, bizi buldu. Saçmadan doğan bunaltı ve umutsuzluk konusunda, Sartre’ın bile itirazı var halbuki… “…Oysa, varoluşçuluk tam da bu yolda (bunalım edebiyatı olarak) yorumlanmasına bir tepki olarak yazılan Varoluşçuluk Bir Hümanızmadır’ın henüz başlangıç kısmında Sartre, varoluşçuluğun insanın umutsuzluğunu, miskin bir eylemsizlik halini, insanın kirli bulanık, karanlık ve başıboş hallerini betimleyen bir görüş olmadığını dile getirir.” (Yücel Kayıran, Felsefi Şiir, YapıKredi Yayınları, sayfa:157) Kendilerine ister varoluşçu desinler, isterlerse varoluşçuluktan bihaber olsunlar; ister başka akımların suyundan beslensinler, isterlerse canları istediği için böyle yazsınlar. Veya postmodernizmin rüzgarında kalmış olsunlar… Benim bir itirazım var; saygıdeğer okur. Genzimi fazlasıyla dolduran bir itiraz!
Fahri Güllüoğlu, 1975 İzmir doğumlu… Adam Sanat, Heves, Kaşgar, kitap-lık, Mahfil, Sözcükler dergilerinde şiirleri, sanat dünyamız, cogito ve kitap-lık’ta edebiyat ve sinema yazıları, Magmanın Gözleri adlı şiir kitabı yayımlandı. AORT ikinci kitabı, kitap editörlüğü yapıyor. Ben Kral Çıplak diyorum; gerisi size kalmış! Çünkü kitap, karanlığa gönderilmiş bir mektuptur…
(Fahri Güllüoğlu, AORT, 160.Kilometre Yayınları, sayfa:80)
Dağhan DÖNMEZ
Daghan_donmez@mynet.com

1 thought on “KARANLIĞA MEKTUPLAR 2 / KRAL ÇIPLAK

  1. Fahri Güllüoğlu’nun 1996-2006 yılında yazdığı şiirlerden oluşan ilk kitap “magmanın gözleri” de iyi bir şiir kitabıdır. Okunması şiddetle tavsiye edilir.

Yorum Yapmasam Olmaz :)