2023/09/19

“Bu şehri Stanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.”

Nedim

Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları” na “Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar; burası ölünecek yer desem daha doğru.” diyerek giriş yapar.

Bu cümleyi okurken İstanbul’u düşünüyorum. Malum, İstanbul’da yaşayanlar sızlanmalarıyla maruftur. Zor bir şehirdir İstanbul. Kaldırımdan yürüyenlerin değil, yoldan yürüyenlerin şehridir. “Yaşanacak yer değil”; serzenişinin altında yatan da budur. Gelin görün ki, İstanbul’a bir kez bulaşan; ölmeden de vazgeçemez bu kentten. Mavi sularından, eski yapılarından, düzensizliğinden, küfründen, keşmekeşinden, ışıklı hayatından…Ve pazar sabahlarından… Pazar sabahlarının kendine has sesleri olur. Porselen tabakların tiz gürültüleri, çay kaşığının cam bardakta çıkardığı müzik, uzak ezan sesleri, belki komşunun silkelediği örtünün rüzgarla dalgalanışı, televizyonun kısık ve tedirgin tonları… Sesler, alabildiğine bir dinginliğin içerisinde belirginleşir, büyür. Kendimce pazar sesleri derim; bu melodilere. Uykumun arasına sızan, ruhumu huzurla dolduran sesler… Hiçbir kentin pazar sabahı, bu denli mahmur olmaz. Diğer günlerden farksızdır; başka coğrafyalarda pazarları… Diğer günler gibi, kımıltısız, sakin. Yalnız İstanbul’da benzersiz!

istanbul2

Bunları düşünürken, Kadıköy’den bindiğim vapur; Beşiktaş sahiline yanaşıyor. Beyaz bir köpük çıkıyor; vapurun kıç kısımlarından… Babamın, ben küçükken; “balıklar çamaşır yıkıyor” diye beni kandırdığı, mavi-beyaz bir köpük… İstanbul’da insanın, her şeye inanacağı geliyor. Proust “Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde” kitabında: “…aldatılan bir koca, her tarafta aldatılan kocalar, hafif bir kadın, hafif kadınlar, bir snop, snoplar görür.” diye yazar. İstanbul’da insan, her şeyi her yerde görebiliyor.

İşte böylesine, her şeyi görmek için bakan bir gözün, bir rehberin elinden çıkıyor; “İstanbul Kadim Dost” kitabı… Kitabın yazarı Ahmet Faik Özbilge, 1965 yılında İstanbul’da doğuyor. 1987 yılında, Turizm Bakanlığı’ndan kokart alarak Fransızca ve İngilizce rehberlik yapmaya başlıyor. 90’ların sonunda “BlokArt” isimli yeraltı dergisinde editör ve yazarlık yapıyor; çeşitli dergilerde gezi yazıları yayımlıyor. “İstanbul Kadim Dost”, “Fener Balat Ayvansaray” ve “İstanbul’dan Kapadokya’ya” adlı çalışmalarından sonra E-Yayınları’ndan çıkan üçüncü kitabı…

istanbul-kadim-dost

ahmet-faik-ozbilge2Özbilge’nin metni, okurun damağını şenlendirecek ölçüde edebi bir lezzet taşımasa da; okurla samimi bir ilişki kuruyor. Metnin içeriğinde, hem gündelik hayata dair izlekler bulabiliyor; hem de kentin tarihi dekorunu hissedebiliyorsunuz: “Ayasofya’yı hemen hemen herkes bilir. Ama, Cankurtaran’daki Küçük Ayasofya’yı çoğumuz duymamışızdır bile. Şimdi cami olan Küçük Ayasofya, VI. yüzyıldan kalma, kubbesi Ayasofya’ nınkinin minyatürü olan, eski bir Bizans Kilisesi. Sultanahmet Camii’nin arkasında Arata Bazaar adında mini bir Kapalıçarşı var. Buradan aşağı doğru yürürseniz, yaklaşık beş dakikada Küçük Ayaasofya’ya varmak mümkün. Siz yine de, çarşının içinden geçip gitmek yerine, yanındaki Arnavutkaldırımlı yoldan, Çatladıkapı yönünden ilerleyin. Böylece, kendinizi önce Bizans ve Roma sütunlu bahçede, sonrasında da Mozaik Müzesi’nin girişinde buluverirsiniz.”

Nasıl ki, giydiğimiz giysilere, yaşadığımız evlere, çağrıştırdığı anılardan dolayı manalar yükleriz; şehirlerin de tarihlerini bilmek, onları değerli kılar; gri kaldırımlar yığını olmaktan çıkarır. Kentlere ruhunu veren kimi yapılar, bulvarlar, mekanlar vardır. Bunların temeli, çimentodan ibaret değildir. Nesillerin süregelen duyguları üzerine yükselir bu inşalar. Tarihi yarımada silüeti, Haydarpaşa Garı, Emek Sineması, İnci Pastanesi ve niceleri… Bu sıraladıklarımızın hepsi, birer duyguyu karşılar. Hem de estetik yoksunu kötü mühendislere değil; Nedim’in dediği gibi, Acem mülküne dahi feda edilemeyecek duyguları!

Saygıdeğer okur, bu defa yazıyı; adetim olduğu üzere bir şiirle değil; bir şarkı sözüyle nihayete erdireceğim. Sezen Aksu’nun hoş bir şarkısının sözleriyle:

 “Ah İstanbul, İstanbul olalı

   Hiç görmedi böyle keder!”

 Çünkü kitap, karanlığa gönderilmiş mektuptur!

( Ahmet Faik Özbilge, İstanbul Kadim Dost, E-Yayınları, sayfa: 230 )

Dağhan Dönmez

daghan_donmez@mynet.com

Yorum Yapmasam Olmaz :)