
Dünya böylesine güzel
olur muydu yine
diplomasını çerçeveleyip
para kazanma derdine
düşseydi Dr. Che
yüreğini dağlara asmak yerine
Sunay Akın
Sanatın zinhar muhafazakar olması fermanı, “ucube” nitelemesi suretiyle eleştiri terminolojisine yapılan katkı, tiyatro oyunlarından suç peyda edilmesi, yazılmamış kitaba darbe donu biçilmesi, politikacılarımızın ülke sanatına yaptıkları onca hizmetin yalnızca bir bölümüdür saygıdeğer okur.
Malumunuz biz yedi köyün fakiri edebiyatçılarsa, “haşmetlu” dan arta kalanlarla icra ederiz sanatımızı. Çöplükten kelime devşiririz.
Hal böyle iken, son darbeyi de geçtiğimiz günlerdeki “Kredi kartı almayın” açıklamasıyla yedik! Zira kredi kartı edebiyatın ürünüdür! “Yahu ne ilgisi var?” dediğinizi duyar gibiyim. Sabır… On bir yıl sabrettiniz, iki paragraf daha sabır…
Onu diyordum, politikacılarımız sanata müdahilse; biz edebiyatçılarda kırk yılın efeliği, Merkür’ün gerilemesinin de etkisiyle; politikaya, ekonomiye müdahil olmalıydık; olduk!
Türkiye’de halihazırda aktif kredi kartı sayısı elli altı milyonu aştı. Kanuni takipteki kart adedi ise takriben iki milyon yedi yüz bin. Kredi kartı, hane halkının gider kalemi değil adeta doğal kaynağına dönüşmüş durumda. Yani her daim faiz ödenen ve temel tüketim ihtiyaçlarını bile kart yoluyla alarak, hiç kapanmayacak bir borç içerisinde olma hali mevzu bahis olan.
Ve nihayetinde, artık “ustalık” dönemine erişmiş bir muktedirin, yarattığı eserin karşısına geçip “kredi kartı almayın” demesi. Yanlış anlamayın, yine sanat temayülünden bu kara mizah!
Gelelim Pandora’nın Kutusuna… Edward Bellamy, 1850 yılında doğan Amerikalı bir yazar. Bir süre hayatını gazetecilik yaparak kazansa da, sonrasında kendini yalnızca edebiyat çalışmalarına verdi. Öyküler, romanlar yazdı. En ünlü eserini, 1888 yılında kaleme aldı. Türkçe’ye “Geçmişe Bakış” (Looking Backward) olarak çevrilen ütopik-roman niteliğindeki kitap, Amerikan Edebiyatı kategorisinde bir milyonun üzerinde satan üçüncü roman oldu.
Kitabın bir diğer özelliği ise, modern anlamda kredi kartının ilk kullanıldığı 1914 yılından onlarca yıl öncesinde, “kredi kartı” uygulamasına kurguda yer vermesiydi. Anlayacağınız, fikir bir edebiyatçının başının altından çıkıyordu. Ama bakın nasıl?
“Her yılın başında her yurttaşa kamu kayıtlarına göre, o yılın ulusal üretiminden payına düşene denk bir kredi ve bu krediyi gösteren bir kredi kartı verilir. Bu kart yardımıyla yurttaş her yerleşim biriminde bulunan kamu depolarından, istediği şeyi, istediği zaman sağlayabilir.” (sayfa:86)
Bellamy romanda, Julian West isimli karakterin hikayesinden yola çıkarak; çağını, adalet duygusunu ve endüstri toplumunun nasıl olması gerektiğini sorguluyordu. Julian West, 1887 yılında otuz yaşlarında olan varlıklı, işçilerin sorunlarına aldırış etmeyen ve uykusuzluk çeken bir adamdı. Uyku sorunu nedeniyle, zamanın uğraşı hipnozu çare olarak görmüş ve uykusuz gecelerinde bu tedaviye sığınmıştır. Yine böyle gecelerden birinde, West tam yüz on üç yıl sonra; yani 2000 yılında uyanacaktır. West, gözlerini açtığı 2000 yılında; emek-sermaye çelişkisinin çözüme kavuştuğu, rekabetçi değil işbirlikçi bir ekonomi modeliyle; insanların eşit ve mutlu yaşadığı, kırk beş yaşında emekli olunan muazzam bir düzen bulacaktı. Bu düzende kredi kartı, bugün anladığımız gibi yüksek faizli bir borçlanma aracı değil; insanların emeklerinin karşılığı olarak aldıkları, para yerine de geçen bir alım gücünü temsil edecekti. En önemli unsur da, herkesin eşit seviyede alım gücüne sahip olmasıydı. Tercihler ise, kişilerin kendisine bırakılıyordu.
“Tartıştığımız sorun hak etme sorunu. Bu ahlaki bir sorun, üretimin miktarı sorunu ise maddi bir sorun. Ahlaki bir sorunu maddi bir ölçüyle saptamaya çalışmak ilginç bir mantık yürütme olurdu. Hak etme sorununa temel olan, gösterilen çabanın miktarıdır. Elinden gelen çabayı gösteren herkes eşit çaba göstermiş demektir. Bir kişinin yetenekleri ise, kişi ne denli üstün olursa olsun, ancak onun görevinin ölçüsünü saptar. Elinden gelenin tümünü ortaya koymayan üstün yetenekli bir kişi, elinden gelen tüm çabayı gösteren, az yetenekli birinden daha çok iş yapmış olsa bile, daha az şey hak etmiş olur ve insan kardeşlerine borçlu kalarak ölür.” (sayfa:91)
Edward Bellamy, 1898 yılında öldüğünde; 2000 yılında dünyanın böylesine müreffeh, Tanrı buyruğuna uygun, insanların birbirlerini ezmeden yaşayacakları, sanata ve edebiyata yer ayıracakları, yoksulluğun ve lüksün ortadan kalkacağı bir saadet devri süreceğine inanıyordu. Mezarında düz yatsın!
Saygıdeğer okur, “Geçmişe Bakış” ın, Jack London’un “Demir Ökçe”sinden sonra beni en çok sarsan ikinci kitap olduğunu itiraf etmeliyim. İki yüz altmış iki sayfalık kitap, Say Yayınları tarafından basılmış; Fahri Yaraş tarafından dilimize çevrilmiş. Kitabın girişinde, Mustafa Hazım Bayka’nın, ütopik eserlerin tarihçesine ait dipnotlar da bulabileceğiniz oldukça hacimli ve doyurucu bir yazısını okumak mümkün. Ayrıca Edwar Bellamy’nin kendisine ait “Önsöz” de oldukça anlamlı. Şöyle diyor 1888 yılından; “Yazarın kendisini geri planda bırakıp, Bay Julian West’i konuşturduğu bu kitabın en büyük arzusu, konuya ilgisi olan okuyucuları bulmak ve sistemdeki kusurlara dikkatlerini çekebilmektir.”
Tavsiyem odur ki; bir kitapçıya gidip, peşin fiyatına dört taksitle bu kitabı edinmelisiniz. Tek çekim hepimizi aşar! Sahi avm yapacak olanlar, kredi kartlarını iade ettirince; tüketicinin cebine taksite mahal vermeyecek zammı neyle koyacaklar?
Çünkü kitap karanlığa gönderilmiş mektuptur!
(Edward Bellamy, Geçmişe Bakış, Say Yayınları, çev: Fahri Yaraş, sayfa:262)
Dağhan DÖNMEZ
daghan_donmez@mynet.com