
Günü gününü tutmayan, küçük dünyalarında büyük evrenler kuran gençlerin iç içe geçmiş günceleri… Seksek oyununun evrenselliği üzerine, mehter marşıyla ilerleyen güzelleme… Aytaç Ars, ilk romanı ‘Sekizinci Seksek’i mürekkeple değil, kendi kanıyla yazmış gibi…
“Yerle yeksanım… Yanağımda falçata kanıyor (…) Dedim ki Azrail, vakit toplasan da çıkarsan da tamam.”
Laika Yayıncılık şemsiyesi altında çıkan Marjinal Kitap serisi son dönemin en cesur projelerinden biri. Adı sanı bilinmedik yetenekli gençleri bulacak, yontacak, onlara fırsat tanıyacaksın. Günümüz Türkiye’si koşullarında delilik bile denebilir buna. Ama başarısı, başarısızlıklarına ağır basan bir delilik Laika Yayıncılık’ın yaptığı ve birazdan okuyacağınız makalenin konusu da serideki çarpıcı kitaplardan biri: ‘Sekizinci Seksek’.
Seksek oynamanın evrenselliği üzerine mehter marşıyla ilerleyen bir güzelleme. ‘Taht Oyunları’ndaki gibi bölüm/karakter kurgusuyla yazılmış. Günü gününü tutmayan birilerinin günceleri iç içe geçmiş, Güneş Güney Yarım Küreyi aydınlatırken Kuzey’deki küçük dünyamızda olup bitenler kâğıda dökülmüş. Dünyası küçük, evreni büyük gençlerin, hayal güçleri ve algıları kendilerininki kadar esnek olmayan diğer insanlara dert anlatma çabaları okuyucuyla paylaşılmış.
Her sayfa –her günlük girdisi- kendi içinde özel ve birinci tekil şahsın gelişimiyle diyemesem de hayattan gün alışıyla doğru orantılı. Yorumlar yer yer göz kamaştırıcı güzellikte. Olaylar ve insanlarsa birbiriyle kesiştikleri noktalarda bazen kuru kalıyor. Belki de bu nedenle roman için kurgusal bir başarı hikâyesi diyemem ama bu açık, metinlerdeki ustalıkla kapatılmış. Lezzetli bir pasta, şeklinin hafiften bozuk olduğunu görmezden gelebiliyorsunuz.
SIRADANLIĞA ÖZGÜN BAKIŞ
Altay Öktem, “Günün birinde Aytaç Ars adında genç bir yazarın ortaya çıkacağını, dile perendeler attıracağını, her anlama farklı bir anlam daha yükleyip kavramları çaprazlayacağını söyleselerdi, inanmazdım” demiş kitabın arka kapağında. İyi söylemiş. 1988 doğumlu Ars, insana kendini yaşlı hissettiren kalemlerden. (Marjinal Kitap serisinde onun gibi bir de ‘İşeyen Atmaca’ kitabıyla Göktuğ Canbaba var.) “Redaksiyonda klasik kurallara uyulsaymış fena olmazmış” dedirtmesi dışında ‘Sekizinci Seksek’ son üç dört ayda okuduğum çoğu kitaptan başarılı.
Edebi değil, gündelik Türkçe’yi tercih edişi, hayatın sıradanlığına getirdiği özgün bakış ve özellikle birinci bölümün anlatıcısı olan genç erkeğin görüşlerini dillendirişindeki samimiyetle bu yıl yayımlanan Türkçe kitaplardan ayrılan yapıt, beklenmedik anlarda karşınıza çıkan alaycılıkla da “İyi ki okumaya başlamışım” dedirtiyor.
Galiba asıl çizgiyi samimiyet meselesinde çekiyorum. Son üç aydır meşhur erkek yazarlarımızdan aşk kitapları okuyoruz. Hepsi edebiyat kokuyor romanların. Tekrar kokuyor. İnandırıcı gelmiyor hiçbirindeki ilan-ı aşklar. Bu kitap öyle değil. Yazarın elleri kirli. Ars, kahramanının yalan söylediğini hissettirdiğinde bile birinci tekil şahsın monologlarına inanıyorsunuz. Deneyimlerime göre ancak pişmemiş yazarların elde edebildiği bir başarı içtenliğin böylesi. (Yukarıda isim vermeksizin bahsettiğim deneyimli yazarlarımızın ilk kitapları da eğri büğrüdür ama samimi kitaplardır. Sonrasında kalem profesyonelleşir ve hayat eskir. Ars, şimdilik mürekkep yerine kendi kanını kullanarak yazabiliyor. Bir de Kürşat Başar izinden gidip aralarda kadın karakterlerin ağzından monologlar atmasa roman hepten muhteşem olabilirmiş.)
ANLAMLARLA OYNAMAK
Yine de anlam oyunları ve tespitlerini kelimelere döküşüyle Ars’ın, kalbimde sağlam bir yer edindiğini itiraf etmeliyim. “Ağzımdan çıkan ilk kelime evrenin biricik sırrını ifşa eder gibiydi: Hasiktir!” deyişinde veya 1 Mayıs tarihli girdide, “Bazılarını yürürken ve haykırarak şiir okurken görüyorum. Adına pankart dedikleri kumaşlara söylemek istediklerini kocaman harflerle yazıp rüzgârın doğal gövdesinden de yararlanarak dalgalanan heybetli mesajlar döktürüyorlar” ifadesini “Kısırlaştırılmış bir döngünün üstüne boşalarak neyi doğurmayı deniyorlar” ifadesiyle kırışında göz ardı edilemeyecek bir ustalık ve cüret var.
Göndermeler de yabana atılacak gibi değil. “Fazla betimleye girmeyeceğim. Sonuçta o günlerde 12 yaşındaydım ve Dostoyevski’yi tanımıyordum”; “Âşık olmuştum ama kendimi lord, çar veya Shakespeare gibi hissetmiyordum.”
Diyaloglarsa daha da başarılı, örneğin sokak ortasında bir muhabirin delikanlımızın önünü kestiği sahne: “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye soruyor muhabir. “Al Pacino.” Muhabir şaşırıyor: “Neden?” “Köpeklerin Günü filmini mutlu sona bağlamak için” diyor delikanlı. Bir başka örnek –Cevap 2: “Nerede kaldın? Sinirimden saksıları yaya karıncaların üstüne atıyorum.” Cevap 3: “Gelmeyeceksen haber ver, haber vermişken de gel işte.”
‘Lan’lar, ‘ulan’lar, ‘artistlik yapmanın alemi yok’ gibi laflar, ‘çalçene’, ‘oralet’, ‘votkaya dolu tarafından bak’… Sokak dili. Diğer yandan “Geleneksel semantikte bir içim su, marjinal doktrinde havaya uçurulmak üzere bir fıçı votkaydı” gibi fiyakalı cümleler. Uzatmayacağım çünkü kitap özet geçilecek türden değil ama bu sözümü bir kenara yazın, Aytaç Ars’tan bahsedildiğini duyacağız.
Zeynep Heyzen Ateş
heyzen@mail.org
(Bu yazı 14 Haziran 2013 Günü Aksam.com.tr’de ve Akşam Gazetesi Kitap Eki’nde yayınlanmıştır.)