
‘Beyaz Türkler Küstüler’de Alev Alatlı, hem bir dönemi anlatıyor, hem sorular soruyor. Alatlı, ‘Or’da Hâlâ Kimse Var mı? 5. Kitap’ üst başlığıyla yayımlanan kitabının, bir belgeselci titizliğiyle dokuduğu satırlarında, ülkenin ‘paçozlaşma’ döngüsünü somut bir biçimde anlatıyor.
Alev Alatlı’nın bugüne kadar yazdığı romanlardan yalnızca ‘Yaseminler Tüter mi Hâlâ’ (1984) siyasal tartışmalara yol açmadı, desek herhalde yanılmayız. Özellikle ” ‘Or’da Kimse Var mı?” üst başlığıyla yayımlanan dizi, gerçek kişileri kahraman olarak alışı ya da gerçek kişilere yaptığı göndermelerle yazılı tartışmalar kadar günlük ‘konuşmaların, tartışmaların, dedikoduların’ da konusu oldu. 27 Mayıs 1960’ta başlayan süreci bir tür yorumlayıp belgeselleştiren Alatlı, belgesel-anlatılarının başkahramanı Günay Rodoplu’nun 4. kitapta canına kıymasıyla bu diziye son vermiş gibi görünüyordu. Everest Yayınları’nca basılan ‘Beyaz Türkler Küstüler’in üst başlığının ‘Or’da (Hâlâ) Kimse Var mı? 5. Kitap’ oluşu, tarih ve felsefe destekli belgesellerin (ve elbet tartışmaların) süreceğini gösteriyor. Bu arada, kitabın alt başlığının “Biz oyunu kaybetmedik, sadece vakit yetmedi” olduğunu da hatırlatmalıyım. Bir İtalyan futbol antrenörünün bu yorumu, bir siyasi görüşün aldığı yenilgileri yok saymasının en (burada kullanılacak tek sözcük “yüzsüz” ne yazık ki) ilginç biçimi.
PARÇA PARÇA DA OKUYABİLİRSİNİZ
Alev Alatlı’nın ” ‘Or’da Kimse Var mı?” larının ilkinde (Viva La Muarte) ‘büyük şehirli’ olmakla ‘taşralı’lık kavramları karşılaştırılıyordu. İstanbul’daki bir varoş belediye seçiminden hareketle bir ‘İstanbul’a göçmüş’ dar olanaklı, gecekondulu bir delikanlının, gecekondu bölgesine belediye başkanı seçilişinin öyküsü anlatılıyordu.
Öykünün odağında delikanlıya yakınlık duyan ve destek veren, geniş eğitimli ve çevreli, İstanbullu bir kadın vardı. Öykünün açıkgöz delikanlısının yaşı geçmekte olan kadının sevgisini sömürüşü ve kırdığı onuru, benim için öykünün günümüzle ilişkisinden daha önemliydi. Öyküyü politik hırsların yaşamadan, sevgiden, içtenlikten uzaklaştırdığı genç insanlar biçiminde okumak da olasıydı. “Beyaz Türkler Küstüler”, bana ilk sayfalarında bu aydın sorgulamasını da hatırlattı. Çünkü bir yeni yıl kutlamasının Şişli-Nişantaşı hattını hareketlendirdiği günlerle başlayan roman bu bölgenin belediye başkanı Mustafa Sarıgül’ü odağına alıyor. Onun kayınpederinin Aytekin Kotil oluşunun getireceği (genişlemeye uygun) göndermeler/ yorumlar, Sarıgül’ün belediye reisliğinden başbakan adaylığına büyüyen hayran kitlesi yazarın yaptığı ‘Peer Gynt’ benzetmesini bütünlüyor.
Hatırlayacağınız gibi Peer Gynt, Norveçli yazar İbsen’in bir oyununun kahramanıdır. Düşlerle yaşar. Sonunda düşlerini gerçekleştirir. Zengin olur. Ama çevresindekiler onu soyar, öldüğünde de Tanrı onu ne cennete alır, ne cehenneme… Dünyaya geri yollar. Oyunun ‘kapitalizmin yalnızlaştırdığı ve tek tipleştirdiği insanın, kapitalizm yaşadığı sürece mutsuzluğa ve tamamlanmamışlığa mahkûm olduğunu’ anlattığı yorumu da var. Bu yorum Alev Alatlı’ya daha uygun. Hele Nişantaşı sokaklarının avize ve kırmızı halılarla süslendiği düşünülürse.
Görüldüğü gibi Alatlı’nın değinmeleri çok geniş yorumlara açık. Anlattığı kişi ve dönemleri parça parça da okuyabilirsiniz. Bir de onun bu anlatı boyunca sık sık kullandığı ‘paçoz’ kavramı var. Özensiz/uyumsuz giyinenler için söylenen bu deyim bana hep ‘özenti’nin tanımı gibi gelir. Romanda da bence öyle kullanılıyor. Ülkemizin pek çok durumu için kullanılacak tanım, bu olabilir. Şişli sosyetesi yeni yıla kırmızı donla giriyorsa, Feriköy pazarında kırmızı don yok satıyorsa bu paçozluktur. Yılbaşında satışı artan ‘kırmızı don’lar paçoz ise, bunun özentiden daha iyi bir tanımı var mı?
KAR MAKİNELERİ VE ZAPATA
Yılbaşında eğer kar yağmazsa tam yeni yıla girerken makineyle yağdırılacak, o saatte sosyetemiz eğlenecekleri mekânlara gideceklerinden bu kar varoş gençliğini daha doğrusu çırak gençliği ıslatacak. Bu ergenler ilçenin uzak mahallelerinden geliyorlar. Şişli İlçesi’nin nüfusunun yarıdan fazlası genç. Rol modelleri Mustafa Sarıgül. Belediye Başkanı gençleri ‘Milenyum Danışmanları’ adıyla örgütlemiş. Bu arada Maçka Parkı’na bir Emiliano Zapata büstü konmuş.
Yazarın bu heykelin çevreyle ilişkileriyle ilgili soruları kitapta yer alıyor. Ancak benim tek sorum var: Heykel filmlerdeki Zapata’ya (Marlon Brando’ya) benziyor mu?
İSİM İSİM BENZER
Meddahların anlattıkları öykülerden sonra, ‘bu öyküyü bir dergide gördük, anlattık, isim isme benzer semt semte… Kimse alınmasın gerçek yalan, öykü anlatılır zaman geçer’, biçiminde bir bitiriş cümlesi vardır. Alev Alatlı belgeselcidir, bu cümleyi söylemez. Bazı olaylarda olaya karışanın adını vermeyip değiştiriyor. Ama yaptığı hatırlatmalarda öyle ayrıntılar veriyor ki adını doğrudan ansa daha iyi.
Şirince adını biliyorsunuz, köyün adının daha önce Çirkince olduğunu da (Zaten bu iki ad birbirine benziyor). Aziz Nesin’in asıl adının Mehmet Nusret olduğunu duymamış olabilirsiniz. Ama öykü Çirkince’deki Mehmet Nusret Vakfı’nın yöneticisi Ali Nusret diye anlatılırsa, olayın aslını hatırlayabilirsiniz.
Kirkor Saroyan adına ‘öğretim üyesi, gazeteci, kitap yazarı, entelektüel’ açıklaması eklenirse kimse pek bir şey anlamaz. Ama bu kişinin eşinin başına bir kavanoz pislik döktüğü de yazılırsa bu olayın bir sanat gösterisi olduğu iddiasındaki Sevan Nişanyan hemen hatırlanır. Üstelik ‘olay sanat’ adına yapılan iğrençliklerin arka arkaya kullanıldığı duygusuna da kapılmak olası.
Yalnız ‘Beyaz Türk’ kahramanlardan hangisidir? Sevan Nişanyan mı, Ali Nesin mi? Rahmi Koç mu, Günay Rodoplu mu? Kitapta kabineleriyle yer alan başbakanlar mı? Alev Alatlı’nın alaycılığıyla altını çizdiği ‘pahalı dişleriyle’ gülümseyen onca kişinin inançları meselesi de var (içinden kolay çıkamayacağınız).
Alatlı hem bir dönemi anlatıyor hem sorular soruyor, Silivri’ye, subay intiharlarına, Kürtler’e, Ermeniler’e, moda inançlara, plastikleştirilmiş ceset sergisine, sit alanlarına, hatta Türkmenistan’a dair. Yanıtlamak zorunda değilsiniz!
Sennur Sezer
sennursezer@gmail.com
(Bu yazı 12 Nisan2013 Cuma – Aksam.com.tr’de ve Akşam Gazetesi Kitap Eki’nde yayınlanmıştır.)