2024/04/18

4000 Yıllık Tarihi Aldatmacalar

“Ne varsa alemde, o vardır ademde.” demiş, farkında adamın biri, zamanında. Çok doğru demiş. Makro ölçekte ne olup bitiyorsa, mikro ölçekte de aynı düzen sürmekte, devletler, krallıklar, kümülatif kimlikleri ile ele alındıklarında, insan davranışlarına benzer tavırlar sergileyebiliyor. Tavır yapıyor, işine geldiğine inanıyor, olmayanı var edip olanı görmezden geliyor, aklına en uygununu “gerçek” biliyor. Mesela, arkadaşımın kitaplığında dikkatimi çekti bu kitap. Çünkü içten içe bir büyük çıkmaza saplanmış, dibe doğru gidiyormuş gibi geliyor insana. İçinden çıkılması olanaksız, büyük bir becereme durumu. Hiçbir şeyi beceremediğimiz için de hataları, hataların üzerine ekleyerek işleyen bir sistem görünümünde, dünyanın içine etmeye devam ediyoruz. Neyse, ne demiştik, bir akşam gezmesinde, ufacık evinin tek kanepesinin üzerindeki rafta gördüm, Gerald Messadie’nin, 4000 Yıllık Tarihi Aldatmacalar isimli, tarihin belli başlı, hani mihenk taşı denilen cinsten olaylarıyla ilgili gerçekleri hiç hikaye kısmına girmeden, gayet net biçimde anlattığı kitabını.

4000-yillik-tarihi-aldatmacalar-Gerald-MessadieÖnce “Ver bir okuyayım.” dedim mi demedim mi, ne yalan söyleyeyim, hatırlamıyorum. Fakat aramızda bir yanlış anlaşılma olduğu kesin, çünkü vermem diye tutturdu. Belki “Kitap benim olsun.” demeye çalıştığımı sandı, belki başka bir anlam çıktı ifadelerimden, kitabı vermiyor. Konu ilgimi çektiği, kitap eski gözüktüğü ve o arkadaşımın bunu okuyup bitireceği ile ilgili ciddi şüphelerim olduğu için geri adım atmadım. Sanırım o sıra başka yerde bulamayacağımı düşündüm bu kitabı, “Bu kitabı senden almasını bilirim, ruhun duymaz.” deyiverdim.

Sonuç: O geceden sonra, ertesi hafta girdiğim kitapçıda kitabı buldum ve aldım. Arkadaşım kitabını kaybetti. O sıralar ufak evini, üç ile çarptı, geniş evine taşındı. Yeni evine ilk ziyaretimde, “Kitabı geri getirsene.” dedi. Kitabı kaybettiğini söylemişti daha önce dolayısıyla ilk tepkim, “Hangi kitabı?” oldu. “Yaaa hani bunu alıcam demiştin yaa?” dedi. Bir süre kararsız kaldım ama uzatmanın manası yoktu. “Yok, ben almadım ne alakası var?”  dedimse de, eminim inanmadı. Ve yine eminim, o günden sonra, bu konuyla alakalı muhabbet döndüyse veya kitaplar ve benim adım bir şekilde yakınlaştılarsa diğer bütün insanlara benim kitabı alıp götürdüğümü, üstüne yattığımı anlatmıştır.

Tabii -bendenizin yaşadığım çağa, belki henüz, ismimi damgalayacak bir hal tavır ve faaliyetim olmadığından,-şahsıma atfedilen “kitap aşırır” etiketinin hatırlanması da oldukça kısa sürecektir.

hz_isaPeki ya Sokrates, Marko Polo veya Che Guevara desem… İsimleri, yaşadıkları dönemden çok sonra bile hatırlanan bu isimlerin yaptıklarıyla anılmalarının ötesinde bir şeyler varsa… Yanlış anlaşılmasın bu kitap, Ünlülerin Bilmediğiniz Yönleri temalı bir kitap değil. Sadece insanlar değil, ulusların da söz konusu olduğu, nereden baksan makro ölçekte aldatmacaların olduğunu anlatan bir kitap…

Kitabın içinde adeta yok yok. Bazı bölümler, tarihi figürlerin ikamet ilmühaberi niteliği bile görüyor. İsa, gerçekten inanıldığı gibi Nasıra’da mı doğmuştu? Aziz Pavlus nerede nüfusa kaydolmuştu? Fransızların ataları Galyalılar mıydı? Aldatmacalar, diyor Bay Messadie, bununla da sınırlı kalmıyor. Billy The Kid’in gerçekten “Terazi” olup olmadığını da sorguluyor kitabında. Fakat birbirinden bu kadar alakasız bölümlere sahip olsa da kitabın asıl sorduğu soru, hiç değişmiyor: Aldatmaca ne kadar yaygın, bütün efsaneler yalanlar üzerine mi kurulu?

Genel olarak bakıldığında kulağa tam bir komplo teorisyeni gibi tınıyan Gerald Messadie, aksine o tarzdan oldukça uzak bir dile sahip. Zaten, komplo teorisyenliğinin altın çağını yaşadığı 11 Eylül saldırılarıyla ilgili bölümün başında bunu dile getiriyor kendisi: “Tıpkı yağmurdan sonra mantarların çıkması gibi, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra da komplo teorileri yayıldı. Bunları buraya eklemek bize gereksiz geliyor.”  Tahmin edebileceğiniz gibi izleyen satırlar oldukça ilginç.

11-eylul-pentagon-saldirilari

Kitabın içeriğinde bir de şu var insanı hayrete düşüren: “Aynı bokun soyu.”  lafını onaylayan bir olgu olarak akıllara takılan, devletlerin ve insanların inkar gücünün sonsuzluğu. Bunu yok edebilecek yegane güç toplum hafızası ise bırakın bu olguyu  yok etmeyi, onu  besliyor. Konusu geçen hemen her tarihsel aldatmada, detayların insanlar veya yönetici topluluklar tarafından bilinmesine rağmen, zamanı geldiğinde, bunun tamamen – ve gayet basit bir şekilde – inkar edilmesi… Yalan, elverişli her kanaldan gözlerimizin içine bakılarak adeta beyinlerimize işlenmesi için umarsızca yayılıyor. Millattan önce de böyleydi, şimdi de böyle. Dolayısıyla, cep telefonlarımızı ve dört tekerlekli arabalarımızı bir kenara bıraktığımız takdirde, zihin olarak Orta Çağ’ın bir milim bile ilerisinde olmadığımızı gönül rahatlığı ile söyleyebilirim.

Yeterince uzun süre söylenmiş yalan; sonunda kendi gerçekliğini, efsanesini yaratır. Egemenin bıkıp usanmadan, her koşulda üzerine basa basa, sürekli anlattıklarına inanmanın konforlu ama durağan bir zihin yarattığını deneyimlerimizle yaşıyoruz. Vizyon sahibi insanların yazdığı, düşündüğü eserler sayesinde, en göz önündeki aldatmacalardan bir nebzede olsa haberimiz oluyor. Oysa dört bin yıldır süren efsaneler, sahtekarlıklar, yok saymalar, öyle değil böyleler, çarpıtmalar, halen okullarda geniş kitlelere ezberletiliyor.

Gerald_MessadieSon olarak, kitap içinde geçen isimler ve dipnotlar üzerinden genişletebileceğiniz okumalarla kendi bakış açınızı geliştirmek adına paha biçilemez bir adım atabileceğinizi de belirtmek isterim. Genel kabulün dışında şeyler anlatan Gerald Messadie, bana soracak olursanız, asıl ihtiyacımız olan insanlardan. Kıtalara yayılmış gezgin, çok kültürlü geçirdiği muazzam bir hayatı ve çerçevenin dışında kalan bakış açısıyla okunması elzem bir yazar…

Kim ne derse desin, günün sonunda herkes kendisinden mesul. Sonuç olarak, “Kendimizi nasıl aldatıyoruz?”u bu kitapla açık açık tecrübe edebilirsiniz.

(Gerald Messadie, 4000 Yıllık Tarihi Aldatmacalar, Pegasus Yayınları)

Cem Topuz

Yorum Yapmasam Olmaz :)