2023/03/18

Jean-Jacques-RousseauAvrupa Diller Günü adlı etkinliğini duyduğumdan beri düşünüyorum dil üzerine. Bir efsaneye göre, Zeus insanoğlunu diğer canlılardan üstün kılmak üzere, ona en üstün gücü, düşünme, anlama ve anlatma gücünü yani dili vermiş. Yine, Tevrat’ta, Kur’an’ da ve dünyanın birçok bölgesinde yerel efsanelerde bahsi geçen, Babil Kulesi inşa ettikleri sırada Tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller.

Dillerin iletişim aracı olduğuna yönelik efsaneler bir yana, dil salt bir iletişim aracı olmaktan öte insanların yaşamını biçimlendiren, toplumsal duyguları oluşturan bir güç aynı zamanda… Dil, mensubu olduğu kültür tanınmak suretiyle belki öğrenilir, yabancı dilde kitaplar okuyabilir, konuşabiliriz belki… Ancak dilin güzelliği, öğrenilmez, ancak sezilebilir. Bu da ancak, dünyaya gözlerimizi açtığımızdan beri duyduğumuz, sevdiğimiz annemizin dilini konuşamadığımız zaman sezilen bir duygudur. “ Ana dil ” in anne sözcüğünden gelmesi de bunun en net göstergesi değil midir? Yabancı bir ülkede, uzun süre kalanlar anlatır, dillerini konuşanları duyunca hissettiklerini. “ Dildaşlık Duygusu ” da denir buna. Birden adeta kardeş olur aynı dili  konuşanlar. Aynı toprakların, aynı kültürün üyesi olduklarını, dillerinin güzelliğini en çok ülkelerinin dışında hissederler. Fazıl Hüsnü Dağlarca da şiirini yazarken bunu hissetmiş olmalı;

“ Dil bir ülkedir

   Tümceler yolları onun

   Sözcükler kentleri

    ….

   Dil bir kenttir

   Tümceler sokakları onun

   Sözcükler evleri  ”

dillerin-kokeni-ustune-deneme-j-j-rousseauBu sebepten söyleyebiliriz ki, toplumları birbirinden ayıran, fiziksel özellikleri yahut farklılıkları değil, dilleridir. Sözcüklerle düşünen insan, kültürünün bir parçası olan dil, anadili olduğunda gerçekte o toplumun bir parçası haline gelir. Bugün insanlığın tarihini inceleyen, antropologlara göre, insanoğlu tüm dünyaya Afrika topraklarından yayılmıştır. Yani “ Büyük Göç ” sayesinde, doğa koşullarında hayatta kalmak için doğaya uyum sağlama –adaptasyon- sürecinin bir sonucu olarak bugün tespit edilen ırklar ortaya çıkmış. Peki ya, atalarımız aynı topraklardan yola çıkan, bu kadar farklı dili nasıl oluşturmuştur?

İşte “Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev”den “Toplum Sözleşmesi”ne, “İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağı” ndan “İtiraflar”a, adlı yapıtlarındaki fikirleriyle insanlık tarihinde çığır açan Aydınlanma düşüncesinin en önemli Romantik düşünür-yazarı olan Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), Dillerin Kökeni Üstüne Denemeadlı ölümsüz eseri ile tam da bu noktada, düşünsel dağarcığımıza dillerin ortaya çıkışı üstüne değişik manalar ve yorumlar ekliyor. Bize yüzyıllar öncesinden seslenen kitapta dillerin oluşumları ve farklılıkları üzerine tutarlı ve anlamlı tezler üretiliyor. Kitapta yüzyıllar öncesinde de önemli, Rousseau’nun ilk ses olarak kabul ettiği “doğanın çığlığı”ndan jestlerin diline, sözcüklerin ortaya çıkışına ve “dünyanın adlandırılması”na doğru uzanan bir süreçte dillerin kökenini müzik ve melodi ile ilişkilerine de değinerek anlatıyor.

12 farklı “Avrupa Dili”ni tanıma fırsatı bulduğumuz etkinlikten sonra diller üzerine düşünecek okurların muhakkak okuması gereken bu kitap, anadilimiz üzerine de düşünmemizi sağlayacak nitelikte. “Dillerin Kökeni Üstüne Deneme” dilinin güzelliğini sezmek isteyenler için yüzyıllarla değerlenen şarap misali zengin ve tadılması gereken bir kaynak kitap.

Hande Yavşan Güvendik

Yorum Yapmasam Olmaz :)