2023/12/03
olu-bir-evden-hatiralar
En sevdiğin yazar kim diye sorsam, birçok kişinin Dostoyevski diyeceğinden eminim.  Günümüz yazarlarına da sorulduğunda, “en etkilendiğim yazar Dostoyevski olmuştur” diyenleri çok okudum ve dinledim. Bunun olmasını sağlayan Dostoyevski’deki, müthiş bir anlatım gücüyle, beni olayların içine çekip, çok iyi analiz ederek oluşturduğu duygu ve felsefe yüklü kahramanlarıyla bütünleştirmesi ve gerçek yaşamdan  bütünüyle koparması olmuştur. Bir Dostoyevski kitabını bitirdikten sonra kim kendini tuhaf hissetmez, onca yoğunluğuyla, hayalinde gerçekmişçesine yaşadığı olaylardan etkilenmez. Her bitiş, her ayrılık, bir hüzün ve melankoliyi getirir, eğer alıştıysanız ve bitmesini istemediyseniz. Okurken, karakterleri çok iyi anlamış, sanki yıllarca onlarla vakit geçirmiş hissine kapılırım. Kitabın son sayfasını kapayıp, elimden birakır bırakmaz, ait olduğum dünyaya geri dönmem zaman alır.  Zaman yolculuğu misali, o an kitabı okuduğum yerde değilmişim de Saint Petersburg sokaklarında hissettiğim olmuştur kendimi. Ölü Bir Evden Hatıralar da beni bu kez Sibiryanın Omsk kasabasına kadar götürdü.
Dostoyevski, Ölü Bir Evden Hatıralar’da, en olgun dönemlerinde yazdığı Suç ve ceza, Kumarbaz, Yeraltı, Karamazov Kardeşler’in büyüsünün temellerinin oluştuğu bir zaman dilimini anlatıyordu. İmparator Birinci Nikolay’ın idaresine karşı çıkan bir grupta yeraldığı için, Saint Petersburg Semenovski Meydanı’nda tam idam edilecekken son anda affedilip cezası, aralık 1849 senesinde Sibirya’nın Omsk kasabasında, 4 yıllık kürek mahkumiyetine çevrilmişti.
Dört yıllık mahkumiyetinin ardından, 5 sene de Semipalatinsk’te zorunlu askerlik görevi verilmişti. Hapishanede yaşadığı anılarının notlarını biriktiren Dostoyevski’nin, bunu Garyançikov karakterinin ağzından kaleme alması 1860 yılını bulmuştu. Kitapta geçen olayların gerçekliği,  mahkumiyeti sırasında ağabeyine yazdığı mektuplar ve beraber hapis yattığı diğer mahkumların sözleriyle de uyuşmaktaydı. Kitabın yayımlanmasının ardından, bir çok eleştirmen tarafından başyapıt ilan edilen Ölü Bir Evden Hatıralar için Tolstoy;  “Modern edebiyatta bundan daha iyi bir kitaba rastlamadım…” sözleriyle bahsetmiş, Turgenyev Dostoyevski’ye yazdığı mektupta beğenilerini dile getirerek, kitabı Dantevari bulduğunu söylemişti.
Ayaklarda prangalarla geçirilen hapishane hayatındaki acıların ve ölümün ardından, yeniden doğuş ve dirilişin felsefi ve alegorik öğelerle anlatıldığı kitapta, Turgenyev’in bahsettiği Dantevari cehennemi hissetmemek imkansız.
dante
Seksen kadar kişinin, görüşü engelleyen buhar, pislik ve sıkışıklığın içinde,  üstte tezgahlarda yıkananların kovalarındaki pis suların altta çömelenlerin üstüne aktığı , küfürlerin havaya uçtuğu, yaralı sırtlar traşlı kafalarla dolu,  onikiye oniki adımlık cehennem sıcağı bir banyoda geçen  bölüm,  çekilen çilenin doruğa ulaştığı bir sahneyi tasvir ediyor. O dönemlerdeki cezaların ağırlığına şaşıyorum kitabı okurken.  En ağır hastaların bile ayaklarından prangaları çıkarılmıyor. Kitapta geçen, bir deri bir kemik kalmış verem hastasının  ayaklarındaki prangalar ancak öldükten sonra çıkarılıyor. İnsanlık dışı bu uygulamayı eleştiriyor Dostoyevski, bunu psikolojik bir baskı unsuru olarak mahkumlar üzerinde bilerek uygulanan, askeri kurallar olarak görüyor.  O dönemlerde verilen kırbaç cezaları da çok şaşırtıcı. Kimi zaman 500, kimi zaman 4000 kırbaç cezası alan mahkumların cezalarına götürülürken yaşadıkları ruhsal travmadan  sık sık bahsediliyor. 3000 üzeri kırbaç cezası doktorların eşliğinde ve 3 taksitle yapılıyor genelde. Doktorun “ölebilir hastaneye kaldırılmalı” dediği noktada mahkum hastaneye kaldırılıyor ve kabaran sırtının iyileşmesinin ertesi günü, tekrar cezanın kalan taksitini ödemek üzere geri götürülüyor. Kimi mahkumlar cezasının hemen bitmesi için iyileşir iyileşmez, kırbaç altına yatmaya koşuyor, kimi kaçmak için hastalık bahaneleri uyduruyor, kimi gözlerine kireç sürüp, doktorlara iyileşmeyen yaraları olduğuna inandırıp hastanede kaldığı süreyi uzatmaya çalışıyor. Bu mahkumların, dalgın, içine kapanık, düşünme yeteneklerini yitirmiş sessiz oldukları gözden kaçmıyor. Roman karakteri Garyançikov, garip bir şekilde, mahkumların çektikleri bu acıyı merak ediyor, farklı kişilerle konuşup, nasıl bir acı olduğuyla ilgili deneyimlerini dinliyor. Tene dokunduğu anda, tüm sinirleri uyardığını ve inanılmaz şiddette acının tüm vücudu sardığından bahsediyor mahkumlar.  Ardından bir insanın, başka bir insana böylesine işkence etmesinin tiksindiriciliği, çok çarpıcı biçimde yorumlanıyor.
“En mükemmel bir insanın bile kabalaşabileceğine, rezilleşebileceğine inanıyorum. Kan ve başkaları üzerinde egemenlik sarhoş eder insanı: Kabalık ve rezillik gelişir; insanın aklına, duygularına ulaşır ve sonunda insan normal olmayan şeylerden zevk almaya başlar. Bir canavar olur. Ve insanlığa, pişmanlık duygusuna yeniden dönmesi olanaksızlaşır. Böylesine bir güç sahibi olma arzusu salgın bir hastalık gibi tüm topluma  bulaşır: Öylesine çekicidir güç sahibi olmak. Bu tür olaylara tepkisiz kalan bir topluma hastalık bulaştı demektir. Sözün kısası bir insanın bir başka insana işkence etmek hakkının olması toplumun bir hastalığıdır; toplumda insana özgü yeteneklerin kaybolduğunun, bir ülkenin yurtdaşları olmak bilincinin yok olduğunun, toplumda çürümüşlüğün başladığının göstergesidir. Toplumda cellatlar hor görülür ama cellat centilmenler asla”
                               Semipalatinsk
Soğukkanlı azılı katiller, hırsızlar, tecavüzcü ve kundakçı insanlarla biraradayken, bu kişileri gözlemliyor sürekli ve bundan zevk alıyor, cinayet olgusunu anlamaya çalışıyor, hiçbir anlamlı nedene bağlı olmaksızın kararlı bir şekilde cinayet işleyen katiller ilgisini çekiyor, onları çözümlemeye çalışıyor.  Bu deneyimleri ne de olsa, daha sonra çıkacak olan kitapları için birer ilham kaynağı olacak.
 Felsefi birtakım problemlere de değiniyor kitapta; , aynı suç için verilen cezanın adaletsizliği, özgürlüğün doğası, insan sevgisi, umudun önemi, hükümsel  olarak uygulanan şiddetin, uygulayıcı ve uyugulanan kişi üzerindeki etkileri, görünüş ve gerçek arasındaki fark.  O dönemde ağabeyine gönderdiği mektuplarda da bahsettiği  hapis içinde yalnız kalamamanın, sürekli insanlarla birarada olmanın verdiği psikolojik baskı roman içinde de beliriyor.  Duvarlarının arasında yüyürken,  hapishaneyi ölü bir eve benzetiyor.
Böylesine bir mahkumiyeti yaşayan insanlar hiç mi gülmüyor, onları o yaşamı bir an bile olsa  unutturacak olaylar yok mu? Var tabi ki. Roman genelinde karanlık olsa da, sonbaharın hüzünlü sıkıcılığının ardından, kışın gelmesiyle beraber, yılbaşı için binbaşından zar zor alınan tiyatro gösterisi için hazırlıklar başlıyor. Mahkumlar arasında oldukça yetenekli tiyatrocular,  oyunlarını sergiliyorlar. Bu oyunlar sergilenirken herkes heyecanlı, yüzler gülüyor, içlerindeki  insanlık, Dostoyevski’nin tabiriyle sert kabuklarının içindeki çekirdekte,  Rus halkının iyiliği yüceltiliyor.  Tabi tüm bunları roman karakteri Goryançikov’un notlarından okuyoruz, Dostoyevski’nin bunu roman tadına dönüştürmesinin nedenini o dönemin sansür politikalarına bağlayanlar var. Sizi içine çekmesi ve sürükleyiciliği açısından bunu çok olumlu bulduğumu söylemeliyim.
Dostoyevski-Omsktaki-hapishanede
     En solda Dostoyevski, Omks’taki koğuşunda
Dostoyevski severler için, günümüzde  başyapıt kabul edilen eserlerindeki, kurguların yaratımı, felsefesi ve karakterlerin derinliğine dair ipuçları vermesi açısından, Ölü Bir Evden Hatıralar mutlaka okunması gereken bir kitap. İletişim yayınlarının eklediği önsöz ve sonsöz, o döneme ilişkin aydınlatıcı bilgiler vermekte.
Kitabı bitirmemin ardından, gençliğimde Dostoyevski okurken yaşadığım aynı duyguları yeniden hissettim.  Dostoyevski  33 yaşında hapisten çıktığında ölümden sonra nasıl yeniden dirildiğini hissettiyse(son sözde de belirtildiği gibi İsa’nın 33 yaşında yeniden dirildiğini bilmiyor olamaz) ben de onun bu duygularına ortak oldum.
Moskovada’ki heykeli ve Saint Petersburg’taki mezarı
Aziz Şaşmaz
aziz.sasmaz@gmail.com

2 thoughts on “SERT KABUĞUN İÇİNDEKİ ÇEKİRDEK

  1. Dostoyevski kitaplarındaki psikolojik tahlili başka yapıtlarda bulmanız çok zor. Yazarın kitabını okurken kendinizi
    Öyle çok kaptırıyorsunuz ki… Suç ve Ceza özellikle en çok etkilendiğim kitaplarından biridir. Freud bile demiş Dostoyevski yapıtları olmasaydı psikanaliz bu denle gelişemezdi diye. Mutlaka okunmalı…

    Ölü bir evden hatıralar da merak uyanırdı bu yazıyı okuduktan sonra….

Yorum Yapmasam Olmaz :)