2024/03/19


“Bir yere varmak için değil, yol almak için dolaşıyorum.”
– Robert Louis Stevenson, Bir Eşekle Seyahat

Caroline-Cornelius-Medvei
1977 doğumlu İngiliz yazar Cornelius Medvei hakkında ulaşabildiğimiz biyografik bilgiler ne yazık ki bir hayli sınırlı. Yazarın Oxford Üniversitesi Modern Diller bölümünden mezun olduğu, bir süre Çin’de öğretmenlik yaptığı dışında bir bilgiye sahip değiliz. Yayınlanan kitapları arasında, konuşmaya başlayan bir babunu merkeze yerleştirip, toplumların farklılıklara yaklaşımlarını ve kabul alışkanlıklarını masaya yatırdığı, henüz tercümesi bulunmayan ilk kitabı “Mr. Thundermug” (2006) ve bu kitabı takiben 2011 yılında, İthaki Yayınlarının dilimize yeni kazandırdığı “Caroline: Bir Gizem Hikayesi” kitabı geliyor. Bazı kaynaklarda 2012 yılında basıldığı söylenen “The Partisan” kitabına ise bütün aramalarıma rağmen ulaşamadım ve dolayısıyla henüz okuyamadım. Yine belirli kaynaklarda bu kitabının da 2013 yılında yeniden baskıya kavuşacağına değiniliyordu.
Yeni tercüme edilen Caroline kitabı da yazarın ilk kitabı gibi merkezine bir hayvanı yerleştiriyor. Caroline, satranç oynayabilen zeki bir eşek. Ancak ilk kitabın aksine bu sefer metaforlarını bir hayvanın sırtına tamamı ile bindirmek yerine, kurgunun geneline yaymayı tercih ediyor. Bu nedenle anlatısına da –yazının devamında değineceğim- birden fazla katmanı sığdırmayı başarıyor.
Bay Shaw, emekliliğini bekleyen ve işi içinde sıkışmış bir karakterdir. Ailesiyle bir tatil sırasında, bir eşekle, Caroline ile karşılaşır. Caroline’a karşı duyduğu sevgi ve ilgi, onu satın almasına, şehirdeki yaşantısına taşımasına yol açar. Öykü, Bay Shaw’ın oğlu tarafından, ölümünü takiben, gazeteci arkadaşına anlatılmaktadır. Bu tanık anlatıcının yanında, anlatıyı geliştirecek şekilde günlük sayfaları, evraklar, yazılar, makaleler ve fotoğraflar da kurgunun parçası olarak yer alıyor. Hayvanları anlatının parçası haline getiren edebi eserlere özel bir zaafım olduğunu öncelikle itiraf etmem gerekir (aslen veteriner hekim olduğum için, bu özel ilgimi mazur görünüz). Bu sebeple, esasında, anlatısında eşeği bulunduran edebiyat eserlerinden örnekleri sıralayarak bir giriş yapmayı düşündüm, ancak kitapta eşeğin edebiyattaki yeri üzerine güzel örneklemeler ve anlatılar mevcut olduğundan, okuma zevkini baltalamamak adına bundan geri duruyorum. Kitapta, edebiyattaki yerleri haricinde yine eşekler hakkında pek çok eğlenceli bilgi bulunuyor. Özellikle eşeklerin görünümünün estetik çıkarımlarının yapıldığı kısım oldukça ilgi çekici ve aynı zamanda, eşek en güzel göze sahip hayvan olmasına karşın, bizlerin de -özellikle sözlü- edebiyatımızda yer alan yok sayma ve hiçleştirmelerle ilintili okumalara da yönlendirmeler içeriyor. Şöyle ki yapılabilecek en iyi iltifat olmasına karşın, sevdiğine “ceylan gözlü” yerine “eşek gözlü” diyene hiç rastladınız mı? Kitaptaki “eşek” faktörünün yanında “satranç” da bir hayli hacim kaplıyor.
Satranc-Stefan Zweig
Ancak tıpkı Stefan Zweig’in “Satranç”ında olduğu gibi, okumadan önce satranç bilgisine sahip olmak anlatıyı sadece daha zevkli hale getiriyor. Satranç hakkında herhangi bir ön bilgisi olmayan okuru, akıcılıktan ve anlamdan alıkoyacak herhangi bir faktörü içermiyor. Örneğin daha romanın ilk sayfasında bahsedilen satranç maçını, kitabı bir kenara bırakıp araştırmak mümkün olduğu gibi, aynı şekilde bir satranç maçını sadece olduğu şey olarak kabul edip okumaya devam etmek de mümkün. Anlatı, Noir kurgulardan fırlamışçasına bir gazetecinin ofisinde, merak uyandıran bir “gizem”le başlıyor. Ancak anlatı ve kurgu bir anda şekil değiştirerek, en büyük gizemi hemen okuyucuyla paylaşıyor ve anlatıyı “gizem”den çekip, yarı-masal yarı-dram, yarı-gerçekte yarı-sürrealde gezinen ve merakla sayfa ardına sayfa çevirmeye neden olan bir anlatıya büründürüyor. En az bir “gizem” kurgusu kadar merak ve şüphe uyandırıyor ancak bunun için “gizem” kurgularının temel kalıplarını kullanmıyor. Bu açıdan alternatif kurgu yaratımına yönelik güzel bir örnek olduğunu savunabiliriz. Kitabın kurgusundaki temel öğelerden bahsettiğimize göre, kitabın katmanlarında, anlatı içerisinde nelerin bulunduğuna ve nelerin değerli olduğuna geçebiliriz.
Medvei, kitabı kaleme alma dürtüsüyle ilgili Guardian’a şöyle diyor: “Çocukların hayvanları çok sevdiği doğrudur, ancak insanların, içinde hayvanlar olduğu için bir kitabı çocuk kitabı zannetmeleri beni şaşırtıyor. Hayvan karakterler, çocuk kitabı sınırlamasına tabi tutulamayacak kadar karmaşık yapıdadır. Hayvanlar aynı zamanda insanların karakterlerini, onlara davranışları yoluyla açığa çıkarmaya yönlendiricidir.” Elbette, edebiyattaki pek çok örneğinden de göreceğimiz üzere Medvei’ye, hayvanlar hakkındaki kitapların aynı zamanda onların sahipleri hakkında da (hatta daha fazla yoğunlukla) olduğu tezine katılmamak imkânsız. Caroline’da öykünün katmanlarını tam da bu sahipler şekillendiriyor. Bay Shaw üzerinden, bir kaçış yolu olarak sevgi, sevgi ve tutku arasındaki ayrım, bağlılık ve sevginin absürtlüğe kaçan yönlerini yoğunlukla izlememiz mümkün. Aynı şekilde toplumun çeşitli tabaka ve ilişkilerde, farklı ve tuhaf olana karşı yaklaşım, ayrıştırma, ötekileştirme ve benimseme tutumları öykünün içerisinde geziniyor. Bir insan ve hayvan arasındaki kalp ısıtan dostluk ve bağlılık da elbette göz önündeki, kolay anlaşılacak katman olarak varlığını sürdürüyor.
Sems-ve-Mevlana
Öyle ki bu katmandaki bağlılık ve sevginin altını çizmek ister gibi, kitabın ilerleyen bölümlerinde Şems-i Tebrizi ve Mevlana arasındaki sevgi, anlatının küçük bir parçası haline geliyor. Bir başka katmanda, içinde yaşadığımız şehirdeki uyurgezer durumumuz üstümüze geliyor. Yine kitapta, pek çok eleştirmen tarafından göz ardı edilen, babalara ve oğullarına yönelik katman da bir hayli ilgi çekici. Kitapta az sayıda ve ancak deneyimli okurun ayrımsayabileceği mizahi unsurlar da göze çarpıyor. Boyd Tonkin’in kitap hakkındaki tespiti çok yerinde. Tonkin özetle, Medvei’nin kitaplarında sinsi bir mizahın yattığını ancak bu mizahın, mizah yapmak değil, düşünmeye karşı ciddi ve içten bir davet amacıyla kullanıldığını, bu açıdan da Medvei’nin genç bir Londralıdan çok, Kiev, Prag veya Buenos Aires’ten meçhul bir anlatı ustasına benzediğini dile getiriyor.
Medvei’nin üslubuna gelindiğinde ise dikkati çeken ilk şey, her şeyi olabildiğince yalın ve gereksiz süslemelerden, dil oyunlarından uzak anlatmaya karşı gösterdiği çaba olacaktır. Bu açıdan kitabın orijinalini de oldukça iyi yansıttığı için Aslı Tohumcu’nun güzel tercümesini kutlayalım. Tercümede: “alan” yerine “olan” (41.sf 2.satır), “ona” yerine “onu” (107.sf 29.satır), “olduğu” yerine “olduğunu” (120.sf 16.satır) şeklinde üç yazım hatası dışında bir hataya rastlamadım. Ek olarak, bir hata olmamakla beraber 117. ve 118. sayfalardaki “öğle” kelimesi yerine halk ağzındaki “öğlen” kelimesinin tercih edilmesi, dile titizlik gösteren okurda duraklamalara yol açabilecektir.
More-Trees-to-Climb
Sevilebilecek, incelenebilecek ve üzerine düşünülecek pek çok noktayı barındıran Caroline, kısa süreli (2 saatte kitabı okuyup bitirmek mümkün), okuru yormayan ve kaliteli bir okuma serüveni arayan okura, özellikle tavsiye olunur. Eğer bu kitabı sever ve sevginin hem sıkışık bir hayattan kaçmaya hem de absürtlüğüne yönelik bir başka ‘okuma’ arzusunda olursanız, tıpkı Caroline gibi, insani tutkunun temellerini sorgulamaya yol açabilen, önereceğim iki kitap, Jean-Philippe Toussaint’in “Mösyö”sü (Ayrıntı Yayınları, 2000, Orjinali: Monsieur, 1986) ve henüz Türkçe tercümesi bulunmayan Ben Moor’un “More Trees To Climb” (2009) kitabı olacaktır. Aynı şekilde, öneri kitapları daha önce okuyup beğendiyseniz, Caroline’ı okurken zevk alma ihtimaliniz de bir hayli yüksektir.
Haftaya görüşmek dileğiyle…
M. Salih Kurt
mustafa.salih.kurt@gmail.com

Yorum Yapmasam Olmaz :)