
Zorunlu Eğitime Hayır!
Bazı şeyler üzerine kafamı hasta etme derecesinde düşünürüm. Konu(lar) aklımın bünyesinin boyunu aşınca da uzlaşma yolunu tercih edip, hayatıma geri dönerim, her ne kadar bazı durumlarda geri dönebilmek oldukça uzun sürse de. Fakat o sorular orada kalır:
Neden bu kadar çok insan için işe gitmek, ofis yaşamı adeta eziyetse, bunu ortadan kaldırmıyoruz ?
Siyaset ve politika, üçkağıtçılık, hırsızlığın eş anlamlısı haline gelmişken, devam etmenin manası nedir?
Neden kimse toplantıda olan biteni konuşmaz, farklı hikayeler, ego gösterileri yapılır ?
Çok ama çok çalışmak kabul gören, olması gerektiği söylenen ve takdir algısı yaratan bir durumken, hiç çalışmamak neden bu kadar büyük bir sorundur ?
İnsanoğlunun çok çalışmaya hakkı vardır ama çalışmamaya hakkı yoktur. Bunu talep edemezsiniz bile.
Hiçbir çocuk okula gitmek istemezken, okulları neden kaldırmıyoruz ? Bariz berbat bir yer, yoksa çocuk henüz çok ufakken bile neden gitmek istemesin ?
Görünüşe göre son soruya takılan bir çok kişi var. Okul kurumunu, pragmatik açıdan, olması gerektiği için var tarzı bir kabullenme ile hiç düşünmezsiniz, aklınıza bile gelmez. Fakat şu noktayı da aklınızdan çıkarmayın:
Bir tarikattan kurtulan, beyni yıkanmış kişiler, ortada bir tarikat olduğunun farkında değillerdir. Örneğin aç hırsızlara oy verecek adamların seri üretiminin yapıldığı okullar, kabaca baktığımızda tuğla fabrikasından farksızdırlar. Buralardan işlenip çıkan yetişkin insanlar, tarikat eğitimini başarıyla geçtikleri için bunun farkına varamazlar. Zaten varsanız da, okulun amaçlarından biri toplumsal düzeni kesinlikle bozmayacak tuğlalar (another brick in the wall) üretmek olduğu için defterinizi daha sonra dürerler. İnsanoğlu sadece teoride istediğini yapmaya özgürdür.
Catherine Baker, bu konuda yıllardır söyleyecek sözü olan bir insan. Hatta ismini internette arattığınızda, iki mesleği olduğunu görüyorsunuz: Gazeteci ve Anti-Okul yazarı. Lafı ötelemiyor, direk konuya giriyor: ZORUNLU EĞİTİME HAYIR!
Bayan Baker’in eserinin tam başlığı bu. Kitabın çıkış noktası, biz beyni yıkanmışlara didaktik bir öğreti vermek değilmiş, ilk olarak. Bütün zorunluluklara karşı olduğu gibi zorunlu eğitime de karşı olan Baker, okula göndermeyi reddettiği kızına, bu kararı onun adına alırken ne gibi duygu ve düşünceler içinde olduğu anlatmak istemiş ve bu “mektubu” kaleme almış. Kendi anne babamın, her kararları için bana mektup yazdıklarının hayal ediyorum da:” Oğlum, İzmir’de olabildiğince suratsız bir şekilde istediğin, 1/10 ölçekli Spitfire uçak modelini sana almadım, çünkü: 1- Bunların boş iş olduğunu sonra anlayacaksın. 2- O maket için o fiyat çok fazlaydı, üstelik fonksiyonsuz. Şimdi kendine gel ve yürü. “ Şaka bir yana, kızına yazdığı 244 sayfalık bir beyan metninin kitap olarak değerlendirilmemesi düşünülemez bile.
Bayan Baker’in savunduğu fikirlerden en hoşuma gideni ve canı gönülden katıldığım, günümüz insan medeniyetinde çocukluk kavramı. “Çocuk” gençliğini yaşayan bir insandan başka bir şey değildir diyor ve ekliyor:
“Çocuk yetişkinin malıdır. (Araya girmeden edemeyeceğim ama gerçekten öyle değil midir? Bugün anne ve babaların çocuklarına nasıl hitap ettiklerini, parkta bahçede nasıl davrandıklarına dikkat edin.) Küçük bir servettir. Kullanım hakkı tümüyle yetişkine aittir. Her şeye karşın, bu kullanım hakkı o denli kuşkuludur ki büyükler, hemen hemen hiçbir anlam taşımayan çocukluk kavramını yaratmak zorunda kalmışlardır.” (1)
Kuşkusuz, yetişkin bir insandan deneyim eksikliği olsa da, çocuklar en az bizler kadar duyarlı ve (belki bir çoğumuzdan daha fazla) akıllıdırlar. Çocuğu yetersiz ve henüz akılsız olarak lanse eden, yetişkin bireylerin olgun olmasını bekleyen sistem, bu düz mantıkla, insan mahlukunun fiziksel ve zihinsel açıdan zirve yaptığını düşündükleri 13-18 yaş arası insanlara bütün idareyi bırakmalıdır. Ama ergenlik çağında ki insanlarda, çoğu zaman tutarsız ve güvenilmez sayılır. Şüphesiz, gezegene yeni gelmiş bir varlık, üzerine iliştirilmeye çalışılan bunca etiketi hak etmiyor. Zihni tamamen boş olan çocuk, ne yazık ki zamanı geçtikçe, “büyük insan” oluyor ve kendisinden önce gelmişlerin biçimlendirdiği hayatın içinde, bir adet daha “büyük insan” oluyor.
Okullarda dayatılan bilgilerinde ne kadar gerçeğe yakın olduğu tartışılır. Özellikle ülkemizde, siyaset yapan tiplerinde keyifle belirttiği gibi, ara eleman yetiştirme çabası öne çıkmışken, bırakın gerçeğe yakın bilginin verilmesi, sistemin çocuğa elle tutulur bilgi öğretmesi bile imkansızdır. Ara eleman olarak yetiştirilen bizlerden tek beklenen, belli bir seviyede işlerlik kazanmamız, fikir yürütmemizdir. Bilinmesi ihtiyaç hissedilen konuları üstün körü anlat ve periyodik olarak yapılan sınavlarda, dikte ettiğin ifadelerin birebir aynısını talep et. Hey durun, daha kolay bir yolu var: Test sınav. Çoğunlukla cevabı bilmek için yapman gereken belli noktalar vardır.
Newton, mekanik kurallarını kaleme alırken, kendine bir ortam yarattı: Mutlak Zaman ve Mekan. Objelerin hareketlerini ve yeryüzü ile etkileşimlerini, matematiksel kurallara dökerken, söz konusu objeleri, birer parçası olduğumuz gezegenin tüm dış etkenlerinden bağımsız kıldı. Newton’un mutlak zaman ve mekanında nitelikler sabittir ya da göz ardı edilir. Herhangi bir gözlemciden bağımsızdır, her zaman belirlendiği gibi kalır. Yani teorik olarak bütün insanlarca kabul edilen kanun, pratikte hiçbir manaya gelmez. Elbette Bayan Baker’in tamamen teorik eserinin, pratik uygulamalarında öngörülemeyen, algılayamadığımız eksiklikler vardır. Fakat adaptasyon kabiliyeti bu kadar yüksek bir cins için, kusurları apaçık ortada olan yöntemleri körü körüne uygulamaya çalışmak yerine, hızla yeni teorilerin uygulanmaya geçilmesi çok daha mantıklı ve aslında olması gereken değil midir?
Bilme, tanıma ve yaratıcılık yerine, itaat, zorunluluklar ve otomasyon öğretilen, hapishaneler ve askeri binalar ile aynı mimari özelliklere sahip tuğla fabrikaları hakkında beyan edilmiş birbirinden tesirli fikirlerin bu kadar içtenlikle anlatabilmesi bile Catherine Baker ‘ın kitabı, Zorunlu Eğitime Hayır! okumayı gerekli kılıyor.
“Sahnelenen oyunun anlamını kavramak, onu değiştirmek, gerektiğinde reddetmek ve gidip başka bir yerde oynayabilmek gerek.” (2)
(1) Sayfa 91 . Zorunlu Eğitime Hayır! – Catherine Baker – ISBN 975-539-002-2
(2) Sayfa 96 . Zorunlu Eğitime Hayır! – Catherine Baker – ISBN 975-539-002-2
Kitapta aslında egitime karşı bir tavırdan ziyade zorunlu dayatılan bilgilerle yapılan egitime eleştiri var. Kendine yani sistemin çarklarının dönmesine yardımcı olacak itaat eden asilimile edilmiş bireyler yetiştiren eğitime bir baş kaldırış. Çocukların çocukluklarınını yaşayabileceği dayatmasız bir eğitim isteği.
aslında we don’t ne no (your) education !
Türkiye’de de yapilan tam olarak bu degil mi? Çocuklarin ezberci egitim disina cikmamasi , dayatilan sisteme itaat etmesi.
Secmeli ders bile bu ulkede artik zorunlu secmeli ders (6 saat zorunlu din egitimi) olduysa gerisini tartismaya bile gerek .