2024/04/24

DİNLENMEK SAĞLIKTIR.

Perşembe günleri Süper Loto günü. Her ne kadar, piyango konusunda da kumpas döndüğü* haberleri olsa da, arada sırada bir kupon satın alırım. Her kuponu, boş hayallerin şekillendirdiği iki, üç dakikalık muhabbet izler çoğu zaman: Bu akşam 11 milyon sana çıksa ne yaparsın? Temenniler farklılık gösteriyormuş gibi gözükse de, hepsinin özünde o an öğle yemeği için dışına çıktığımız ofisi sonsuza kadar terk etmeyi barındırır. Belki bir iki kişi, “Çalışmaya devam ederim ama bu kadar sıkmam.” diyebilir ki, o da muhtemelen, bütün gün karısı ile aynı evde olmaya tahammül edemeyeceğinden, duruma bir çözüm düşünene kadar devam eder çalışmaya.

tembellik-hakki-paul-lafarguePiyango’yu geçtik, son 20-25 yılın, en büyük klişelerinden biri, güneyde kasabaya yerleşip, tarım ile geçimini sağlamaya, zeytinyağı üretip satma ve bunun yanında mezon bilmemnez dergisinde fotoğraflanan “MÜKEMMEL KIR EVİ” temalı sayfalarda görünen o yüksek stilistik taş evlerde yaşama hayali değil midir?

Lafı dolandırmayayım, bazılarımız dışında, kimse çalışmak istemiyor öyle değil mi? Çünkü, durup düşününce böyle bir düzeni kim kabul edebilir gerçekten de? Günün sana ait değil bir kere, belirli bir saat aralığında bulunman gereken kapalı mekanlar, koşullar farklı olsa, tek kelime etmek istemeyeceğin insanlar. Çoğu zaman tanımadığın, senin gerçek benliğinden habersiz kişilerin karar verdiği bedel karşısında günlerini otomatik yaşamak. Elde ettiğin para ile hiç ihtiyacın olmayan şeyler alıp, hababam tüketmek, kendi hamster tekerleğini bizzat kendi ellerinle yaratmış olmanın verdiği bilinçaltı yük. Oradan oraya koşuşturmak, önemli gibi görünse de, aslında birkaç bin insanın fikir birliğine varması koşuluyla çok çabuk çözülebilecek, anında tıkırına girebilecek iş akışı. Saçma organizasyon şemaları. Şemalarda, isminin altında bulunan kutucuk veya insan sayısına göre şişen egolar, artan baskı ve manasız hareketler. İyice tepeden baktığınızda, tamamen boşa geçirilen ömürler. Hanginiz bana ofiste yaptığınız işin bir eninde sonunda bir manası olduğunu söyleyebilir, elle tutulur bir şey ortaya çıkardığını iddia edebilirsiniz. Mısır’da inşa edilen piramitlerin düşmüş gölgelerini bugün bile görebiliyoruz ama o taşları taşıyan insanlara sorabilsek, pek iyi oldu, çok hoş göründü mü diyeceklerdir?

Paul_LafargueFakat şimdi bunları dile getirmenin bedeli, ciddiye alınmamak. Hemen hemen 2000 senedir, ruhu esir alan, günler geçtikçe çığırından çıkan, zalimliği artan bir canavar var artık, hani neredeyse Dante’nin dokuz katlı cehennemi gibi katmanlı, ama ruhları içine alıp kasıp kavuran canlı bir yaratık bu. Yenilgiye uğratılması imkansız gözüküyor.

Bazen aklıma olmadık işler gelmiyor değil. Dakikada binlerce dolar akan arap krallarından bir mektupla ömrümün sonuna kadar yetecek miktarı talep etmek geçiyor içimden. Veya birisi çıksa, her haltın hak sayıldığı şu yandan çarklı düzende, bizim Tembellik Hakkımız için mücadele etse diyorum. Çalışmak haktır, başörtüsü haktır, yemek haktır, yaşam haktır, bir tek tembellik hak görülmüyor. Mücadeleye başlayacak liderin manifestosu da hazır bakın.

“Ah tembellik! Merhamet et bizim bu bitmek bilmez sefaletimize! Ah tembellik! Sanatın, soylu erdemlerin anası, insanoğlunun sıkıntılarına bir teselli ol!”   

Karl_MarxKüba’da kahve tarlaları olan bir babanın, oğlu olarak gözlerini açan Paul Lafargue, eczacılık tahsili için gittiği Fransa’da yaşamının politik ve entelektüel safhasına girmiş oldu. Pozitivizm felsefesini benimsemiş bir kişiydi ve 3. Napolyon’a  muhalif gruplar ile haşır neşirdi ve kaçınılmaz olarak, Birinci Enternasyonel olarakta adlandırılan, emekçi işçi sınıfına ve sınıf çatışmasınaAguste_Blanqui karşı, sol ideolojik çizgide siyasi partilerin ve sendikaların oluşturduğu, dünya işçileri arasındaki dayanışmayı temsil eden ilk büyük uluslararası sosyalist örgüt olan Uluslararası Emekçiler Birliği’ne katıldı. Bu oluşumun temel amacı, ülkelerin sınırları ile birbirlerinde ayrı düşmüş bütün işçilerin,
sorunların dile getirildiği ve haklarının savunulacağı bir platform oluşturmaktı. Çeşitli kongreler düzenlediler. (Halen düzenleniyor ve insan bu şekilde devam ettikçe daha çok düzenlenecektir eminim.) Birinci enternasyonel’e katılan Paul, burada kaçınılmaz olarak Karl Marx ile tanıştı. Marx ve Aguste Blanqui etkisiyle Paul Lafargue’de zihninde devinimler artmaya başladı. 1865  yılında katıldığı Uluslararası Öğrenci Kongresi nedeniyle göze batan Paul’un Fransa’da ki bütün üniversiteler ile ilişiği kesilir. Fransa’dan, İngiltere’ye gidişi bu nedenledir ve orada, Marx ile sık sık görüşmeye başlar. Bu Laura_Marxgörüşmelerin, sık sık Marx’ın evine gitmesinin meyvesi, Karl’ın ikinci kızı Laura ile filizlenen ve sonu el ele intiharları ile sonuçlanan bir aşk olmuş. Paul, başına getirildiği Enternasyonel sekreteryasında pekte varlık gösterememiştir. Burada yaşanan çeşitli sürtüşmeler, Marksistler ile Anarşistlerin tartışıp, Anarşist grupların Enternasyonel’den çıkması, anlaşmazlık derken, Paul İspanya’ya gider. Burada, anarşistlerin sert bir şekilde karşı çıktığı, çalışan sınıfa ait siyasi bir partinin kurulmasının önemi konusunda kaleme aldığı makaleleri yayınlamaya başlar. Çalışma saatlerinin azaltılmasına – ya da kaldırılmasına – dair fikirlerini burada savunmaya başlar ki bu fikirler, Marx’in düşüncelerine aykırı fikirler değildir.

Tekrar Fransa’ya dönen Paul, eczacılığa olan inancını çoktan kaybettiği ama geçiminide sağlamak zorunda olduğu için, bir fotolitografi dükkanı açar. İşleri çokta iyi değildir ve sektörde söz sahibi olan, entelektüel çevreden de tanıdığı Engels’ten destek ister. Engels, ihtiyaç duyduğu desteği vermesinin dışında, Paul’un yeniden fikir dünyası ile temasa geçmesine vesile olur. 1880’de,  L’Egalité isimli gazetede editörlük görevini üstlenmesiyle, Tembellik Hakkı ’nın ilk bölümlerini yayınlamaya başlar.

iblancl001p1“Bu metin, , Louis Blanc’ın 1848 yılında yayımlanan “Çalışma Hakkı”na ilişkin bir cevaptır.” der, Paul Lafargue. Sonra başka bir baş belasına dikkat çekerek sözüne devam eder: Din.

Çalışmak ibadettir, der din ve 19. yüzyılda papaz sınıfının tek mutlak güç olması için verilen çabadan bahseder. İnsanlara; öteki ‘rahatına bak’ felsefesi yerine tam tersi burada acı çekmek için bulunduğunun öğreten ve bunu yaymak için kan dökmeyi haklı gören dini göklere çıkartıldığından, özgür insanın üzerinde kurulan baskıdan söz eder.

Sevgili okuyucu. Öncelikle politikadan nefret ederim! Siyasetten, yönetimden, samimiyetsiz bütün uygulamalardan tiksinirim. İnsana huzur veren, dinamik, makul ve akla yatkın fikirlerin yayılmasını benimsenmesini her şeyin üzerinde tutarım. Marksizm ve sosyalizm ile bu kadar haşır neşir bir adamın yazdığı denemeye dikkat çekmek istememin, onu beş kişiye de olsa ulaştırmak için bu yazıyı yazmamın nedeni; Paul Lafargue’un  Tembellik Hakkı  denemesinde, liberalerin, muhafakazarların  ve hatta sosyalist düşüncenin çalışma konusuna bakışını ağır bir biçimde eleştirmesidir.

“… zindanlardaki kürek mahkumlarının günde sadece on saat, Antille kölelerinin ortalama dokuz saat; oysa 89 Devrimi’ni gerçekleştiren, o muhteşem İnsan Hakları’nı ilan eden Fransa’da, işçilere bir buçuk saatlik yemek molası veren ve on altı saat boyunca çalışan imalathanelerin olduğu gözlemlenmişti.”

İnsan varlığının köleleştirilmesine karşı çıkar. Ağır ve akıl dışı çalışma koşullarına dikkat çeker ve insan yaratıcılığının ve gelişiminin ‘çalışma’ ile aldığı ağır hasara dikkat çeker. Şöyle yazmıştır Lafargue;

“Medeni yaşamlarımızda, saf insan ruhuna dair arayışımızı sürdürebileceğimiz, vahşi ekonomik önyargılar ile kısıtlanmamış, iş yapmanın, çalışmanın kirletmediği toplumlar yaratmaya çalışmalıyız. Antik Yunan medeniyetinde, çalışma konsepti için sade bir kabul vardı: Sadece kölelerin çalışmasına izin verilirdi ve hür adamın çalışması aşağılık bir durum olarak kabul edilirdi. Şairler, dinlenmenin, çalışmamanın erdeminden, bunun bize tanrıların bir lütfu olduğundan bahseden dizeler yazarlardı.” ( “ Ah Melibe, bu aylaklığı bir Tanrı atfetti bize” , Vergilius, Kır Şiirleri.)

Ve bizlere Cicero ’dan bir alıntıyı aktararak seslenir Paul: “Çalışma dogması ile gaddarca saldırıya uğramış insanlar! Bencil bir ikiyüzlülükle üzeri örtülmüş antik dünyanın düşünürlerine dinleyin: Emeğini para karşılığı veren her vatandaş kendini kölelerin seviyesine indirgemiştir. “

Yaklaşık 2000 senedir ortalama insan ömrü neredeyse 78 yıla sabitlenmiş**. Milyarlarca senedir buralarda olduğu tahmin edilen gezegenin yaşı ile kıyaslayınca pek bir manası kalmayan ortalama ömrümüz bize o kadar uzun geliyor ki, bir ihtimal Dünya’nın göz açıp kapamasına eşit yaşamlarımızda içinde  bulunduğumuz koşullar çok makul görünüyor gözümüze. Yaratığımız saçmalığa, manasızlığa başımızı çeviriveriyoruz genellikle. Her şeyden önce, insanın dinamik bir sistem içinde olduğunu kabul edememesi, kurallar, yasalar, ahlak ve erdem gibi sabit düşünce yapıları ile en klişe fakat yerinde benzetme ile kendini bir kabın içine sokması, hapsetmesi.  Yedi milyar kişinin yaşadığı bir gezegende bu mümkün müdür zaten? İnsan, diğer bütün sistemler gibi dinamiktir, ve illa bir yasaya, erdeme, ahlaka ihtiyaç duyuyorsa, onlarda akışkan bir niteliğe sahip olmalıdır. Dolayısı ile eski sistemlerin gözden geçirilmesi, işçilerin yerine geçecek robotların arttıracağı işsizliğin, sürekli artan nüfus nedeniyle sebep olacağı zorlukların göz önüne alınarak, tembellik hakkımızın derhal biz hak sahiplerine teslim edilmesinin yerinde olacağı kanaatindeyim.

Cem TOPUZ

(*)http://tinyurl.com/psscx9g

(**)http://www.livescience.com/10569-human-lifespans-constant-2-000-years.html

 

Yorum Yapmasam Olmaz :)