
Birkaç yıl önce 2001: A Space Odyssey filmini izledim, çok içmiştim bir şey anlamadım. Sonra bir daha izledim. Sonra bir daha ve bir daha.
Bu arada fizik öğrenimine devam ediyor ve kozmos hakkında bulabildiğim ne varsa okuyordum ve bunları yaparkende içiyordum.
Filmi bir daha izledim. Akıllar durgunluk verecek bir hayal gücü ile yapılmıştı bu film, yeryüzünde bulunan her insan tarafından izlenmesi, hatta okullarda ders niyetine gösterilmesi gerekliydi. Primatların, kan dökmeyi öğrendikleri ilk kavgadan sonra, tek ve biricik alet edevatını havaya atmasının ardından, sahnenin yavaş yavaş bir uzay gemisine dönüşmesi ile başlayan destan, öyle bir şekilde sonuçlanıyordu ki, o tarihten sonra ne zaman karamsar bir umutsuzluğuna takılsam, filmi izleyip rahata ererim.
Sonra ucuz kitaplar sepetinde filmin kitabına denk geldim, itiraf etmeliyim karşılaşana kadar kitabını aramak aklıma gelmemişti ki, sonunda mevzu bu yazının konusu olacaktı.
Bir iki gün önce, Christopher Nolan’ın Interstellar isimli filmi izledim.
Film arasında, göz alabildiğine göğe uzanmış ama bir o kadarda sığ alışveriş merkezi gölgesinde, açık havada, arkadaşım sigarasından kısa nefesler alırken:
– Evet bundan sonra hızlanacak, hazır mısın? (kendisi daha önce izlemişti filmi)
– Anlamaya çalışıyorum, baya bir algı yönetimi yaptın.
– Yok, yok sen izle…
– Ya aslında ne kadar basit değil mi? Sadece bunlarla uğraşmamız gerektiği, bırak onunla bununla uğraşmayı, dünya nüfusu ne kadar? Kafası çalışanlar bu tarz işler üzerine kafa yoracak, ne bileyim gravitonu araştıracak, onu faydalı kılacak, proje üretecek, deney yapacak, kafası çalışmayan…
-Hehahahehaha
– Olm gülme gülme, bak buna ben de dahilim, benim kafam çalışmıyorsa bende verilen işi yapmaya hazırım, ne bileyim, toprak belleyecek, kanal açacak, bulaşık yıkayacak…. Yeter ki her şey keşfe ayrılsın, boş işleri bırakalım.
– Askeri düzen işte, en işe yarayan düzen değil midir?
– Aynen. Yeter ki boş işi bırakalım.
Ve film bittikten sonra, artık bulaşıkçı olduğuma ikna olmuş bir halde, yüksek duvarlı avm koridorları arasında, hüzünlü beton otoparkta, bu harika filmi izlemek için tembel götümüzü buraya taşıyan vesaite giderken buldum kendimi.
Bazı “insanlar” saygı, sevgi ve kendilerine imrenilmesini hak ediyorlar. Bu insanlar, yapmaları gereken şeyleri yaparken, diğerlerine de bulaşık yıkamak düşmelidir. Bunda gocunulacak bir şey yok. Dünya düzeni, basit olarak bu prensibi benimserse, emin olun her birimiz şu an olduğumuzdan çok daha huzurlu yaşayacağız. Yani şu an bile bilinmeyeni açığa çıkartmakla uğraşan bilimin, fersah fersah geliştiğini, artık bize sihir gibi gelen yeni icatlar ortaya çıkardığın düşünsenize. Ayrıca, bulaşığı duydunuz diye hemen suratınızı ekşitmeyin, o adamlar, okurken, düşünürken ve geliştirirken belki uyuyacak zaman bulamayacaklar ama biz, bulaşıkçılar, işimiz bittikten sonra, o adamların müthiş eserleri ile vakit geçirebilecek lükse sahip olacağız.
İşte, her şey ortada:
“ Küçüklüğünden itibaren fen bilimlerine ilgi duyan Clarke, çocukken kendi yaptığı bir teleskopla Ay’ın haritasını çıkartarak işe başlamıştı.”(*)
Sonraysa, biz bulaşıkçıların çoğunlukta olduğu için biçimlendirdiği moron sistem devreye girer:
“ Yüksek öğrenim için parasal kaynakları yeterli olmayan genç, bir devlet dairesinde hesap kontrolcüsü olarak çalışırken diğer taraftan da uzay konusundaki araştırmalarını sürdürdü. “(*)
Bu arada Arthur C. Clarke’in günümüzde kullandığımız uydu sisteminin akıl eden adam olduğunu belirtmek isterim.
Aslında filmi de, kitabı da seçseniz boşa gitmeyecek nadir eserlerden biri 2001 BİR UZAY MACERASI. Arthur C. Clarke nasıl bir zihinse, Stanley Kubrick’te ona eş değer. Fakat, tarayıcınız ile ulaştığınız sitenin teması kitap olduğu için burada, olayın edebiyat kısmını ele alacağız. Aksi takdirde, konu Nolan’ın son filmi Interstellar’dan buralara zor gelirdi zaten.
İnsanın ne yaptığı ile ilgili kayıt tutmaya başlaması, bunu çeşitli nedenlerle anlatma ihtiyacı duyması, ayağımızı bastığımız gezegenin tahmini tarihi ile karşılaştırıldığında çok ufak bir zaman aralığına denk düşer. Bu kısa zaman aralığında kaydedilen tarihin, bazı bulaşıkçılar tarafından tahrip ve tahrifata uğratılmasını es geçersek, asıl geçmişimizle ilgili pek az şey biliriz. 2001 BİR UZAY MACERASI adeta bunu gözümüze sokarak başlar: Bilinmeyen sadece 50 senedir burada diye bir şey yoktur. Ya da UFO olarak adlandırılan fenomen ilk biz “modern” insanların aklına gelmemiştir. Bütün bunlar milyonlarca yıl önce buradaydılar ve biz bulaşıkçılar, yüksek kibirimiz ile bunları yeniden adlandırdığımız için, yeni farkına vardığımız düşündük bunca zaman.
Hayır! Biz Dünya’nın sahibi değiliz. Hatta bu Gezegen’in ismi “Dünya” bile değil.
2001 BİR UZAY MACERASI, kainatın, kendi çocukları ile iletişim çabasının betimlemesi ile açılır ve bunun sonuçları ile kapanır. Bu iki durum arasında bizleri nefes kesici ve yer yer – sonlara doğru – bulaşık çitileyen aklımızın alamayacağı, bir yolculuğa çıkarır.
Çocuklar ile ilk temastan uzun bir süre sonra, vakit tekrar gelmiştir. Bu sefer, aracıya yaklaşanlar kıllı ve donanımsız değildir. Aksine, kendi çaplarında oldukça gelişmiş, ileri jenerasyon çocuklardır. Bir planları ve bu planı uygulayacak araçları vardır. Tabii ilk temastan haberi olamayan yeni nesil çocuklar, Ay’da karşılaştıkları bu yeni aracının, mesajının Jüpiter semalarında bulunduğunu fark edince, güç birliği yaparak, temas için ellerinden geleni arkalarına koymayacaklar.
2001 BİR UZAY MACERASI, milyonlarca yıl önce başlayıp, günümüzden çok sonra sonuçlanan bu sürecin, nefes kesen tasvirini içermektedir. Bu evrimin romanıdır. Tabii ki insanın olduğu her yerde, – iti an, çomağı hazırla misali – uğursuzluk eksik olmayacağı gibi, bu yolculukta da insan kendi kendisinin ayağına çelme takmaktan geri kalmayacaktır.
Sizlerin, insanların ilgi alanlarının çok farklı olduğunun farkındayım. Şu an parmaklarımızın ucunda olan yüksek teknolojinin yarattığı yapay geniş alanın gözümüzü boyamasına izin vermeden, herkesin bilimsel bir eğitim görmesi ihtiyacının farkına varmamız gerek. Herkesin bilim adamı olmasını gerektiğinden değil, en azından belli bir dereceye kadar algılayabildiğimizin sorgulanmasına, gerçek dünyanın nasıl işlediğini bilmemize, merak etmemize ve en önemlisi hayal etmemize yardımcı olduğu için bu kitap ve filmler ilgiyi hak ediyor.
Çünkü, hepimiz yıldızlardan geldik.
(*) 2001 Bir Uzay Macerası – 6:45 yayın, Yazarın biyografisinden alınmıştır.
(İthaki Yayınları – 2001: Bir Uzay Efsanesi – Arthur C. Clarke)