2024/04/22

“Kitabın kurmacalığını, gerçekliğini bir kenara bırakırsak sunduğu zihniyetin yanlış olduğunu düşünüyorum. Kişisel gelişim kitaplarında olduğu gibi kişiyi suçlayarak, hayatta karşılaşılan tüm zorlukların sebebini bireyselleştirip kişiye yıkarak, yaşadığımız düzenin veya sosyal ve ekonomik koşulların hiçbir tesiri yokmuşçasına avutulmayı kabullenemiyorum”

akrada-bulunan-el yazmasi
Paulo Coelho’nun beklenen son romanı “Akra’da Bulunan El Yazması” Can Yayınları’ndan çıktı. Roman hem büyük eleştirileri hem de beğenileri beraberinde getirdi. Aslında bu durum sadece son roman için geçerli değil. Yazar ve romanları Türk okurunu da ikiye bölmüş durumda. Kimi çok beğense de kimi popüler, fazla derin olmayan kitaplar üretmekten öteye gidemediğini savunuyor.
Coelho, edebiyat dünyasındaki yolculuğuna “Hac” isimli eseriyle giriş yapmış olsa da  Türkiye’de dünyada olduğu gibi “Simyacı” romanıyla tanındı ve roman tüm dünyada çok sattı. Bu romanıyla yazar, Marquez’den sonra en çok okunan Latin Amerikalı yazar unvanını kazandı. Daha sonra “Veronika Ölmek İstiyor”, “On Bir Dakika”, “Elif”, “Zahir” isimli romanlarıyla da kazandığı ünü sürdürmeye devam etti. Şimdi ise son romanı ile okuyucunun karşısında. Kurmaca ile gerçeğin kaynaştığı ve ne kadarının gerçek olduğundan emin olamadığınız, kişisel gelişim kitaplarına benzer, yazarın aforizmaları olarak da nitelendirebileceğimiz bir romanla karşı karşıyayız.
Roman, yazarın eline bir el yazmasının kopyasının geçmesiyle başlıyor. El yazmasının öyküsü ise ön sözde bahsedildiği üzere şöyle: 1945 yılında Mısır’da Hamra Dom bölgesindeki bir mağarada iki kardeş tesadüfen papirüslerle dolu bir testi bulurlar. Kardeşlerden bir şekilde bir papazın eline geçen papirüsler, papaz tarafından Kahire’deki Kıpti Müzesi’ne satılır. Papirüsler burada isimlerini alırlar: Nec Hemmadi Elyazmaları. Diğer elyazmaları ise karaborsaya düşer, ancak Mısır hükümeti duruma el koyar ve yazmalar ulusal miras ilan edilir. 1974 yılında bir İngiliz arkeolog, Nec Hemmadi yakınlarında başka bir elyazması bulur ve Arapça, İbranice ve Latince üç dilde yazılmış bu elyazmalarının dünyada yaklaşık 155 nüshası olduğunu bildiren Mısır hükümeti bulunan elyazmalarının arkeologda kalmasına izin verir. Yazar ise bahsedilen arkeoloğun oğluyla tanışır ve elyazmasının kopyasını elde etmeyi başarır. Elyazması Hıristiyanlığın ilk yüzyılı ile M.S. 180 arasında yazılmış, asıl dili Yunanca apokrif metinlerdendir.
Roman, Kudüs’te her dinden insanın huzur içinde yaşadığı bir tarihte başlıyor. Ancak şehir huzurlu günlerinin sonuna gelmektedir, çünkü Haçlılar yaklaşmaktadır ve halk meydanda toplanmış, kaçmayıp savaşmayı tercih etmişlerdir. İsa’nın çarmıha gerildiği meydanda kadınlı erkekli herkes toplanmıştır ve Kıpti diye bilinen Yunan adamı dinlemek için beklemektedirler. Romanın ana ve belki de tek karakteri Kıpti savaşın öncesinde, Kudüs’ün son huzurlu gecesinde pek çok konudan bahseder ve bu konuşmalar yazıya aktarılır. Yazarın bahsettiği ve kurguladığı el yazması bundan oluşmaktadır.
paulo-coelho
Kıpti’yi her konuda konuşurken bulacaksınız romanda. Ve kitap Kıpti’ye yöneltilmiş sorular şeklinde bölümlere ayrılmış. Yani yazar kişisel gelişim kitabında bulmayı umacağınız, günlük yaşadığımız sorunlara -ancak yüzeysel sorunlara, esas büyük sorunları görmezden gelircesine- yanıt vermeye çalışmış. Örnek vermek gerekirse, güzellik, zarafet, başarı, cinsellik, yenilgi, sevgi gibi başlıklar altında yazarın düşüncelerini öğrenmek mümkün. Ancak bana kalırsa sorulara verdiği yanıtlar ile daha gerçekçi sorunları görmezden gelerek beylik laflar etmekten öteye gidememiş. Verilmek istenen felsefi anlayışın derinliği olmadığını ve klişe olduklarını belirtmeden geçemeyeceğim.
Konuyu biraz daha açmayı ve okuyucuların vereceğim örneklerle kitabı değerlendirmelerini tercih ederim. Mağlubiyet ve başarıya dair kitapta bulabilecekleriniz: “ Mağlubiyet, bize mücadeleyi savaşarak kaybettirir. Başarısızlık ise mücadele etmemize bile izin vermez.”(s.31) Sevgi ve ilahi varlık kavramları kitapta en çok vurgulanan konular. Tanrının sevgiden oluştuğu belirtilerek tasavvufi bir anlayışa yakın tanrı kavramıyla karşılaşıyoruz. Ayrıca tanrının en büyük mucizesinin yaşamın kendisi olduğu ve dünyadaki her şeyin bir işlevi olduğu belirtilerek, kişinin hayatta yaşadığı ve gördüğü haksızlıklara ve kötülüklere rağmen her şeyi kabullenmeyi teşvik eden bir anlayışın kitabın tamamına hâkim olduğunu da belirtmek gerekiyor. Kimsenin etliye sütlüye karışmaması da bilhassa kitapta vurgulanıyor: “ Başkalarını eleştirmekten kaçın ve düşlerine odaklan.” (s.44)
Hap şeklinde öğütlere devam eden yazar klişelikten de kaçınmayarak güzellik konusundaki görüşlerini belirtiyor: “Dış güzellik iç güzelliğin görünür kısmıdır. Gözler ruhun aynasıdır ve esrarengiz görünen her şeyi dışarı yansıtır.” (s.55) Zarafet konusunda da aynı duruma rastlamak mümkün: “Zarafet, dış görünüme özgü bir nitelik değildir; ruhun dışarıdan görülebilen bir parçasıdır.” (s.93) Kitapta kimi insanların daha başarılı olması ise kişinin çalışmasını geçimini sağlamak yerine, daha tatlı ve pembe bir hayale dönüştürülerek sevgi dağıtmak olarak tanımlanmış. Para kazanamasak da yaptığımız işle insanlara sevgi aktardığımızı bildiğimiz sürece başarılı olabilirmişiz. Özellikle zenginleşme konusunda kitapta anlatılanlar oldukça ilgi çekici. Kitapta zenginlerin çok parası olsa bile, gerçek mutluluğu yakalayamamış olabilecekleri belirtilerek, geri kalanların sevgiyi, sevgiden oluşan ilahi varlığı keşfederek mutlu olacakları ve çalışırken insanlara sevgisini gösterenlerin para kazanmasa, aç kalsa dahi mutlu olacaklarını söyleyerek süre giden düzene dair hepimizi bir güzel avutuyor.
Yani kitabın kurmacalığını, gerçekliğini bir kenara bırakırsak sunduğu zihniyetin yanlış olduğunu düşünüyorum. Kişisel gelişim kitaplarında olduğu gibi kişiyi suçlayarak, hayatta karşılaşılan tüm zorlukların sebebini bireyselleştirip kişiye yıkarak, yaşadığımız düzenin veya sosyal ve ekonomik koşulların hiçbir tesiri yokmuşçasına avutulmayı kabullenemiyorum. Özellikle gerek kitabevlerince gerek basın tarafından her şeyi sevgiye bağlayarak, hap şeklinde klişe ve avutmaya dayanan derinliksiz öğütleri yılın en iyi kitabı olarak gösterilmeye çalışılması ise kitabı daha farklı bir boyuta taşıyor. Bu zihniyet büyük reklamlarla hepimize pompalanıyor. Zaten düşünmeyi değil avunmayı ve toplumsal düzey yerine bireyleri suçlayarak sorunu bireye yıkan zihniyetin savunulması normal hale geldi. Ayrıca kitabı okuyanların da belirttiği üzere kitabın ederinin çok üstünde satıldığı- gerek sayfa sayısı gerek nitelik olara- fikrini de katılmadan edemiyorum.
Sonuç olarak kitabın değerlendirmesinden yola çıkarak yazarın hiçbir şeyi eleştirmeden, sanki çok şeyi eleştirircesine, ama özde bireysel sorunlarımız olduğunu vurgulayarak toplumdan bizi soyutlama ve sistemden kopuk düşünmemize teşvik ettiği için popülerliği yakalamanın formülünü çıkarttığını kabul etmek gerekecek. Diğer romanlarında kısmen değişik konular işlemesiyle biraz daha farklı bir konumdayken, bu kitabıyla klişelikten öteye gidemediğini söylemek yerinde olacak.

(Akra’da Bulunan El Yazması, Paulo Coelho, Can Yayınları, Çev: Emrah İmre, 152 s.)

Deniz ANTEPOĞLU

denizantepoglu@hotmail.com

Yorum Yapmasam Olmaz :)