2024/04/26

Ömrümün üçüncü destesinin ortalarına geldiğim şu senelerde, bir ara umutsuzluğa kapılsamda, hayat her geçen gün ilgi çekici olmaya devam ediyor. Akıl terazisinin bir türlü dengeye varamadığı en büyük gizem, dünya üzerinde yedi milyar adet farklı insan var iken, bu geniş çeşitliliğin aslında tek özütün olması. Terazinin dengesini sürekli bozan, insanın tek bir noktadan, her dakika artan sayıda farklılık çıkmasını kabul edemeyen, algılayamayan, hayal edemeyen çeşitlerinin olması. Yedi milyarın büyük çoğunluğunun, gözlerinin hemen arkasında konumlanmış, imkanları engin olan organı azda olsa kullanmak istemediğinden, kullanmaya gönüllü olmaması sonucu, biraz kaotik, sıkça moral bozucu olsada, geri çekilip bütün resme bakabilirsek göreceğimiz şey muhtemelen bir Sydney Pollock şahaseri gibi görünecek gözlerimize. Karman çorman.

DOCU_GRUPO ECO: "HAY UN NÚCLEO DURO DEL ELECTORADO INSENSIBLE A CIERTOS PROBLEMAS"Bize göz kırpan en büyük güzellik ise şu an “varolmuş” hiç kimsenin, hayatı  tam manasıyla açıklayabilecek, formüle edecek bir bilgi ya da teoriyle ortaya çıkamaş olması. Bütün bilimler, bütün dinler, her dakika dinamik olarak yeniden yazılıyor ve bu beyinlerimizde oluyor. Hayat bize dayatılan otomatik hareketlerin gölgesinde monoton gözükebilir, bu bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Biyolojik benliğimizin kapladığı hacim ve hareket kabiliyeti bize durağan gelebilir fakat  içinden geçtiği, sürekli, hiç durmadan aktığını birazcık okuyarak ve söylenen hiçbir fikre tam manası ile takılmadan düşünerek farkına varabilirsiniz.

İnsan olarak bilincimizin bize sunduğu sahne, gözümüzün önündeki ekran, ayağımızın dibindeki toprak, ciğerin içindeki hava olabilir ama bu sahnenin sürekli değiştiğini göz ardı etmek, sabit koşullanmalar ve kurallar ile bu sahneyi sabit bir plana göre sürekli ayarlamaya çalışmak şüphesiz ki, insanların kafa yorduğu en boş iştir.

İşte, tüm bu bilinmezliklerin ortasında, tüm bu bilinmezliklere karşı sadece nefes alıp vermek ve tepedeki ateş topunun sıcaklığını hissedebilmek yeterli olmalıyken, bunu irdelemeye, yönlendirmeye, yönetmeye ve yine engin bir yelpazeye sahip insan davranış skalasının farklı oluşumları içinde işlemeye çalışan bizlere aptal demek yanlış olmaz diye düşünüyorum. İnsan aptaldır. Her ne kadar söyleyen, genellemenin dışında kalıyormuş gibi gözüksede, böyle bir genellemeye ihtiyaç duyulmasının sağlayanlar kadar genellemeyi yapan da aptaldır ve sonuçta tarih birileri tarafından, bir kenara not edildikçe, baki kalan tek nokta olacaktır: İnsan aptaldır.

prag-mezarligi-umberto-ecoBir kaç ay evvel ülkemizi ziyaret eden Umberto Eco, son romanı Prag Mezarlığı’nda  aptallığın on dokuzuncu yüzyıldaki izdüşümünü özetlemiş ve okura belirli bir süre sonra dünyayı çalkalayan, zihinlere damga vuran olayların, nasıl saçmalıktan türediğini göstermiş.

                Anlayacağınız, işler bir hayli karışık.

Prag Mezarlığı ‘nın ilginç bir iddası var. Kitabın kahramanı Simon Simonini dışında, içinde adı geçen herkes bizzat yaşamış kimseler. Zaten bir iki kaşık tarih reçeli yemişseniz, isimler tanıdık geliyor ve kitabın herhangi bir yerine dikkat etmeseniz bile, yazılmış tarihle olan parallelikleri fark ediyorsunuz. Fark etmek bana yetmez derseniz, oturup internetten verilen tarihlerin, olayların ve isimlerin karşılaştırmasının yaptığınızdada tutarlı bir sahne tasarımı gözelerinizin önünde beliriyor, zahmetsiz.

Kitabın kahramanı Simonini dedik ama anlatım tek bir ağızdan ulaşmıyor bize. Üç farklı uslübun, tek havanda birleşmesini ve kurgunun nasıl algının içine sızıp onu sonsuza dek değiştirdiğine, en azından on dokuzuncu yüzyıl için, tanık oluyoruz. En azından on dokuzuncu yüzyıl diyorum, çünkü bu dönüşümde dinamik. Olmaması düşünülemez çünkü hayatın  olmazsa olmaz elementlerinden kurgu. Prag Mezarlığı, kurgunun on dokuzuncu yüzyıl boyunca aldığı mesafeyi özetliyor bizlere. Bu yüzden biraz bölük pörçük, olayları sırasıyla ve hızlıca okuyo geçiyoruz. İlginç olan olayın bütünü ve yol açtığı hadiseler.

Lafı çok dolaştımadan ve kitabın pek fazla heyecanlı olmayan raportör havasını bozmadan ağzımdaki baklayı çıkartayım. Yirminci yüzyılda Adolf Hitler’in yahudi soykırımına ilham veren Siyon Bilgeleri Protokolleri isimli belgelerin nasıl kurgudan, gerçekliğe dönüştüğünü izliyoruz. Kitabın tek hayal ürünü karakteri ve baş kahramanı Simonini, dedesinin akli mirasi, sıkıntılı düşünce yapısı ve para hırsı yüzünden, yahudilerin hakkında varolan bütün olumsuz düşüncelerin oluşturduğu hafif ateşine, hazırladığı tamamen hayal ürünü Prag Mezarlığı toplantısı senaryosu ile benzin döküşüne tanık oluyoruz.  Anlatılan bütün hikayeler, bir süre sonra birbiri içine geçiyor, eriyor, karışıp daha büyüyor, kurgunun içindeki zayıf argümanların cılız noktaları, diğer argüman veya olaylar ile örtülüyor ve sonuçta, aynen demircinin farklı metal alaşımlarını karıştırarak dayanıklı çelik üretmesi gibi, kolay kolay kırılamaz bir kin ve öfkeye dönüşmesine tanık oluyoruz.

İki, üç yüz sene evvel masasının başında hayallenip sahte raporlar üreteren, bu saçmalıkları halkı kontrol aygıtına dönüştüren ve kullanan birbirinden farklı örgütlerin dökümünü ve en nihayetinde bu masalların üç yüz sene sonra gerçek tarih olarak anlatıldığını göreceğiniz Prag Mezarlığı isimli roman, belki kısıtlı macerası ve hafif sıkıcı uslübu ile size hitap etmeyebilir ama şu an halen oradan oraya çalkalanan ve inatla hepimizin içinde varolduğu kozmik nehir ile arasına set kurmaya çalışan zihinlerin saçmalıklarının belirli bir zaman sonra nasıl kemikleşebileceğini gösteren ilginç bir roman.

Cem TOPUZ

4400th@gmail.com

Yorum Yapmasam Olmaz :)